12 Ağustos 2012 Pazar

Jargon, siyaset, propaganda

Merkezi otoriteye dayanan örgütlenmelerde göz ardı edilmemesi gereken bir problem var; jargon.

Jargon’un sözlüklerde anılan muhtelif karşılıkları arasından bazılarını sayalım: Aynı meslek veya topluluktaki insanların ortak dilden ayrı olarak kullandıkları özel dil veya söz dağarcığı (TDK); Dar bir çerçeveye özgü dil; Argo; Gündelik mesleki veya yöresel dil...

Merkezi otorite ile yönetilen yapılanmalarda en önemli unsurlardan biri jargondur. Jargonu diğer bütün jargonlardan ayıracak belli köşe taşları oluşturmak; kavramlar geliştirmek; mevcut kavramları manipüle etmek, özgün bir dil oluşturmak çok önemlidir. Bu dil sayesinde teşkilatın söylediği her şey, kendiliğinden onaylanmış olur. Bir defa sağlam bir jargon geliştirdiyseniz; bir süre sonra hata yapsanız veya yanlış ifadeler kullansanız bile söyleminizin işaret ettiği alışıldık bir anlam vardır ve söyledikleriniz doğrudan o anlamı işaret eder. Ki genellikle kalıplaşmış ve ezberlenmiş propaganda argümanları dışında bir şey söyleyen, bağımsızca konuşan kimse kalmaz, zaman içinde. Bu kapalı devre dil sistemi, bir dizi disiplin sorununu da sistematik şekilde aşmanızı sağlar. Oluşturduğunuz dil, bir süre sonra birbirini tanımanın, ayırt etmenin kodu haline gelir. Dilinizin işlevleri de bu yönde değişmeye başlar ama bireylerin artık bu süreci şekillendirmesi imkânsızlaşır. Siyasi jargonun amacı, çeşitli argümanlarla kıskıvrak yakaladığı insanları, dil ile tutsak etmektir. Bu türden örgütlenmelerin yayın organları, jargonu ve jargon sayesinde nasıl bir iletişim süreci üretildiğini görme şansı verirler.

Bu meselenin siyasi bir sahibi olmadığını belirtmekte fayda var. Merkezi otoriteye dayanan bütün yapılanmalarda özgün jargon oluşturma çabasını görürsünüz. Hatta bazı ticari işletmelerde bile! 

Jargon, bir gün bir takım devrimciler ortaya çıkıp işleri değiştirene kadar, o örgütü teslim alır. Belli bir jargonla konuşmaya başladığınızda, kullandığınız jargon başkaları için de aynı işlev üzerinden görev yapar. Tartışmak ve anlaşmak imkânsız hale gelir çünkü kullandığınız dil size özgüdür ve başkalarını, henüz konuşmaya başladığınız anda, dışlamış olursunuz. Siz, örneğin sivil haklardan bahsederken, karşınızdaki kişinin bundan ne anladığını, asla bilemez hale gelmişsinizdir. Yahut biri ‘demokratik örgütlenme’ diyor diyelim; sizin jargonunuzun demokratik sözü için önerdiği karşılık, bambaşkadır ve maalesef anlaşamazsınız. Siyasi jargon manipüle etme derdinde değildir. Jargon daha ziyade ve manipülasyona mahal bırakmayacak şekilde, topyekün bir iddianın dilidir. Bu konuda karşı karşıya gelip de birbirinin neden bahsettiğini bile anlamadan saatler geçiren tarafları konuk etmiş TV yayınlarını hatırlayın!…

Bir kavram başka başka zümrelerin dilinde başka başka anlamlar kazanırsa, o kavram zaman içinde ölür. Çünkü o kavramı kullanmaktan imtina eden farklı zümrelerden kalabalıklar oluşur. Öte yandan bir kavrama hayat veren şey, onun alabildiğine çok sayıda insan tarafından ortak anlamıyla kullanılabiliyor olmasıdır. 

Kavramların siyasi amaçlarla iğdiş edilmesine örnek verebileceğimiz ilginç bir olayı hatırlayalım. 2000 yılında cezaevlerine yönelik düzenlenen ve kamuoyuna "Hayata Dönüş Operasyonu" adıyla lanse edilen operasyonların asıl adının "Tufan" olduğunu yıllar sonra öğrenmiştik. Oniki siyasi mahkumun korkunç şekilde (bazı mahkumların, hala ne olduğunu öğrenemediğimiz bazı kimyasal maddelerle yakılarak...) öldürüldüğü operasyonun adının "Hayata Dönüş" olarak lanse edilmesini manidar bulmak ve ona göre değerlendirmek gerekir. 

Gerçek adının TUFAN olduğunu sonradan öğrendiğimiz Hayata Dönüş Operasyonu

Tam bu noktada meselemizi, kültürel çeşitlilik ve kültürel kimlik tartışmalarıyla karıştırmamayı öneriyorum. Çünkü hangi sözcüğün kimin etnik-kültürel varlığından sayılacağı, hangi kavramın ’kimlere’ ait olduğu ve kimin neyi kabul etmek zorunda olduğu gibi sorularla karşı karşıya kalırsınız. Ki bu sorular asla bilimin konusu olamazlar ve cevaplamanız imkânsızdır. Bu konu, olsa olsa çeviri çalışmalarının konusu olabilir.

Bir de özellikle siyasi örgütlenmeleri kastederek söylemek istiyorum; siyasi bir jargon geliştirmek ve o jargona dayalı bir dil oluşturmak propaganda süreçlerini de tıkar. Siyasi partilerin yayın organlarını düşünelim; genellikle dergiyi yayına hazırlayan insanlar ve bir grup partili dışında pek fazla okuyucuları yoktur. Peki, benim gibi düşünenler dışında kimsenin okumadığı bir yayınla ne kazanacağım? Bu yayınlar kapalı devre TV yayınlarıyla aynı işi görürler. Ancak bu işi görürler. 

Peki, bunları sıraladıktan sonra ne önerebiliriz?

Diyorum ki, edebiyatla iştigal etmek lazım. Okumak, başta Türkçe edebiyat olmak üzere ve çevrilmiş ise iyi çevrilmiş olanı seçerek, edebiyat okumak gerek.
Yaşayan dil oradadır; yaşayan ve gelişen, canlılığını arttıran, zenginleşen, hayatı büyüten, ölümü ve karanlığı hak ettiği yere iteleyen şey edebiyattır. Edebiyat derken iyisini kötüsünden ayırmak üzere kavgalar edelim, elbette! İyi olan kazansın! İyi edebiyatın öğreteceği dil; sağda veya solda, aptalca veya dahice kurgulanmış tüm jargonların siyaset arenasındaki faşizan hükümdarlıklarını yıkacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder