1 Ağustos 2012 Çarşamba

Televizyon

Özellikle ticari mesajları oluşturan kodların amacına ulaşabilmesi; o kodların, farklı izleyici tipleri açısından ortak anlamları olmasına bağlıdır. Bu ortaklık dilin, dolaylı olarak da kültürel anlamda farklı uçların yuvarlatılmasını gerektirir. Bu törpülenme süreci genellikle, gündelik hayatla örgülü yaşayan dil üzerinden yürür. Dil basitleştirilir; televizyon ekranından bazı kavramları -genellikle bir çoğunu birden- karşılaması için, yepyeni ve iğdiş sözcükler ilan edilir. Önce dil aşınır 


Televizyon, bireye ve toplumsal yaşama yönelik etkilerinin, çok farklı bağlamlarda ele alınarak; değerlendirmesinin, çok yönlü korelasyonlarla yapılması gerektiğine inandığım bir kitle iletişim aracıdır.

Televizyon, enformasyon kavramı içinde değerlendirilebilecek her türlü iletiyi -üstelik iletinin görsel ve işitsel unsurlarını eşzamanlı olarak- sunabilen, mucizevi bir araçtır. Çağdaş yaşamın en karmaşık ilişkilenme biçimi televizyon üzerinden gerçekleşir. Bu araç üzerinden yürüyen ilişkilenme ya da iletişim, o kadar karmaşıktır ki; bir değerlendirme sırasında değişkenlerden en az birini ihmal etmeden ilerleme kaydetmek zordur. İşin içinde düşünebileceğimiz unsurlardan belli başlılarını saymaya çalışayım... 

Bir kere televizyon yayıncılığı, ekonomik bir etkinliktir. Bu etkinlik sayesinde, örneğin, mal ya da hizmet üreten bir kuruluş, dağıtım alanı haritalarını artık konvansiyonel erişim olanaklarının imkan verdiği şekilde bir yarıçap üzerinden değil; çok büyük ölçeklere varabilen ve televizyon yayınlarının izlenebildiği parçalı bir coğrafya üzerinden hazırlayabilmektedir. 


İkinci önemli husus, televizyonun çok etkili bir enformasyon iletim aracı olmasıdır. Etkili olması, görsel algıya yönelik, ikna ediciliği yüksek mesajlar taşıyabiliyor olmasından kaynaklanır. İşitsel niteliğini de yabana atmadan, ama görsel algının insan algıları arasındaki özel durumuna bilhassa değinerek, görsellik kavramı için de bir tanım deneyeyim...

Görsellik
Ne kadar görürsem o kadar iyi (!)
Görsellik; bir uyaranın gözle algılanabilir niteliklerinin tümüdür. Dolayısıyla, başka bir bütünün tamamlayıcısı olarak düşünmek gerekir. Yani uyaranın, başka duyularla algılanabilen bütünlüklü uyarıcı etkisinin bir parçasıdır, ancak.

Görsellik kavramı, uyaranın algı sürecine etki eden tüm görsel unsurlarını anlatır. Kavramı iyi tanımak için görüntünün; renk, çizgi, desen, hareket ve doku gibi tamamlayıcı unsurları üzerinde düşünmek yardımcı olabilir. Teknik altyapı da görsellik üzerinde etkilidir. Yani, görüntünün hangi maddi yapı üzerinde ya da hangi ortamda (medya) varlık bulduğu da önemlidir. Keza, algılayıcının görsel algı eşikleri de, kavramla yakından ilgilidir.

Bir uyaranın, algılayana yönelen diğer nitelikleri arasında öne çıkan, algı sürecinin en hızlı (algılama ve değerlendirme süresi olarak ortalama 2 saniye dolayında) olduğu alandır, görsellik. Görüntüyü bloke eden bir engel yoksa ve görme duyusunun menzilini aşan bir mesafede değilsek, görsel materyali algılarız. 


Uyaranın görsel niteliği, algılayıcının bireysel denetim mekanizmalarından en hızlı ve en az sorunla geçen niteliğidir. Reklam ve propaganda etkinliklerinde daha çok tercih edilmesinin nedeni, budur

Görsel uyaranlarla ilgili "yoğunluk" kavramından da söz etmemiz lazım. Yoğunluğu da iki farklı şekilde anlıyorum; birincisi aynı anda çok sayıda görsel uyaranın adeta bombardıman halinde yayınlanmasını anlatır. İkincisi de tek bir görsel uyaranın içerik itibarıyla yoğun nitelik taşıması demektir. Genellikle görsel uyaranlarla çalışan iletişimciler yoğunluk konusunda, yoğunluğu yüksek tutma yönünde, özenli bir çaba içinde olurlar. 

Hızlı, denetimsiz ve en ucuz!

Çünkü uyaranın görsel niteliği, algılayıcının bireysel denetim mekanizmalarından en hızlı ve en az sorunla geçen niteliğidir. Reklam ve propaganda etkinliklerinde daha çok tercih edilmesinin nedeni, budur. Materyal ne kadar yoğun olursa vicdani, etik ve hukuki filtrelerimizde o kadar az oyalanır ve dağarcığımıza yerleşmek üzere, kişisel filtrelerimizden hızla ve rahatça geçer.

Görsellik, herkesin kolayca üretebileceği bir nitelik olmamakla da, ayrı durur. Görsel materyalin profesyonel üretim süreci, -maliyeti birbirinden farklı bir çok teknik mümkün olmakla beraber, genel olarak- çok pahalı, sürdürülebilirliği zor ve meşakkatlidir. Pahalı olmanın dışında; ciddi zihinsel ve akademik donanımı da gerektirir.

Bu araya televizyon yayınlarının kolay izlenebilir niteliğini de ilave etmek istiyorum. Bir kere TV alıcıları, ekonomik anlamda artık herkesin edinebildiği bir araçtır. 


Bir açıdan baktığımda, evlerimizde TV alıcısı bulundurmak için 'üstüne para veriyor' olduğumuza inanamadığımı söylemek isterim! İleri (ütopik) demokrasilerde, TV alıcısı bulundurmanın kamuoyunca neredeyse ayıplanacağı, TV alıcısı bulundurmak için bireylerin ciddi ödemeler talep edeceği veya bununla ilgili ihalelere çıkılabileceği gibi gelişmeler öngörüyorum.

Herkes kendi evimde...

Neyse... Herkeste TV alıcısı var. Her yerde yayın da var. İzlemek çok kolay. Uzaktan kumandanın düğmesine basıyorsunuz ve izliyorsunuz; oturarak, yatarak ve belki başka bazı şeylerle de ilgilenirken. Evin içinde televizyonun kapanması gerekmiyor. Dikkatinizi başka bir şeye yöneltmiş olabilirsiniz ve ama televizyon, işitsel anlamda size ulaşmaya devam eder. Sesleri seçerek, yaptığınız işe ara verebilir ve gözlerinizi ekrana çevirebilirsiniz. Sizin ilgileneceğiniz bir şeylerden söz ediliyor olabilir; ilgilenirsiniz.

Sonuç olarak elimizde her eve girebilen, teknik anlamda üstün nitelikli görsel ve işitsel mesajlar yaymaya imkan veren, hedef profilinin geneli için ucuz bir araç var. TV alıcısının ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaca dönüştüğünü, ekonomik sınıfımız ne olursa olsun, TV alıcısı olmayan bir mesken düşünülemediğini biliyoruz... 


Artık mesele, enformasyonun kaynağından alınıp, hedefe ulaştırılmasındadır. Bu çok pahalı süreç, enformasyonun istendiği gibi biçimlendirilmesi; manipüle edilmesi ve bir ileti formunda yeniden üretilip yayılmasıyla, maliyetinin çok üzerinde yararlar sağlayabilen bir etkinlik olarak tamamlanacaktır.

Enformasyonun akış yönünü; iletişim sırasında yeniden üretilmesi sürecini, yani genel olarak 'enformasyonu' kontrol eden güç, enformasyon çağının gerçek gücüdür. 
İşin enformasyonun taşınmasına ilişkin yanını da böylece anmış olalım.

Söz edilmesi gereken üçüncü husus; televizyonun, izleyen birey açısından yarattığı etkidir. Bu konu, farklı izleyici profilleri açısından ayrı ayrı ele alınsa iyi olur. Çünkü, aynı ileti çocuk için başka, yetişkin için başka; kadın için başka, erkek için başka; Afgan için başka, Japon için başka anlamlar kazanabilir. 


Televizyon, bütün saydığım ve sayamadığım farklı izleyici tipleri açısından, etkili bir aynılaştırma aracıdır. İzleyicileri kültürel anlamda birbirine benzetme eğiliminde olur

Ama genel bir kanaatimi burada anayım: televizyon, bütün saydığım ve sayamadığım farklı izleyici tipleri açısından, etkili bir aynılaştırma aracıdır. İzleyicileri kültürel anlamda birbirine benzetme eğiliminde olur. Bu etkiyle ilgili kesin bir sav öne sürmek mümkün değil, tabi. Ama, özellikle ticari mesajları oluşturan kodların amacına ulaşabilmesi; o kodların, farklı izleyici tipleri açısından ortak anlamları olmasına bağlıdır. Bu ortaklık dilin, dolaylı olarak da kültürel anlamda farklı uçların yuvarlatılmasını gerektirir. Bu törpülenme süreci genellikle, gündelik hayatla örgülü yaşayan dil üzerinden yürür. Dil basitleştirilir; televizyon ekranından bazı kavramları -genellikle bir çoğunu birden- karşılaması için, yepyeni ve iğdiş sözcükler ilan edilir.

Önce dil aşınır.

Bir de televizyonun, bireyler arası ilişkiler ve birey psikolojisi üzerindeki etkilerinden söz etmek lazım.

Televizyon, ülke ve dünya ölçeğinde çok önemli bir sürü enformasyonu evimize getirdiği için; daha az önemli olan bireyler arası ilişkilere, giderek daha az zaman ayırmamıza neden olur. Daha az konuşuruz birbirimizle. İletişim çağının mucizevi buluşu; daha az iletişim kurmamıza neden olur, başka bir deyişle. 


Televizyon sayesinde, dünyayı tek tek bireyler olarak daha iyi anlayıp değerlendirir; böylece daha iyi kavrarız. Ama aynı nedenle birbirimizi daha az anlarız

Bob Geldof & David Bingham (One of my Turns - Pink Floyd)
Yine başka bir ifadeyle; televizyon sayesinde, dünyayı tek tek bireyler olarak daha iyi anlayıp değerlendirir; böylece daha iyi kavrarız. Ama aynı nedenle birbirimizi daha az anlarız. Ormanın ihtişamı altında, ağacı görememek gibi. Oysa bireyler olarak bize lazım olan, tek başına ağaçtır genellikle.

Bireyler olarak bir şey yapabiliriz: televizyonun bize önerdiği bakış açısını; bize önerdiği ve sunduğu, enformasyona -tek tek izleyiciler olarak- bakarkenki konumumuzu reddetmek; bize sunulan paketlenmiş ve standardize edilmiş, birkaç bireysel gerçeklik modelinden birini tercih etme zorunluluğuna karşı çıkmak... 


Kendi gerçekliğimi kendim tarif edebilirim
Hayır! Benim birilerinin önerdiği bireysel gerçeklik modellerinden birini kabullenmeye ihtiyacım yok. Kendi gerçekliğimi kendim tarif edebilirim. Kendi gerçekliğimi kendim tanımladığım sürece, kendi gerçekliğime en uygun kararları alma şansım artar. 

Bu masada, 30 saniyelik yayın için, bireysel gerçekliğimize yüzlerce buton dokunur...

Bu da beni daha mutlu ve içinde yaşadığım dünyayı da muhakkak daha güzel hale getirecektir.

Böyle yaparak, karşımıza çıkan iletilere ilişkin, kendi gerçeğimize daha uygun bakış açılarını seçebilir; gerçek hayatın içindeki, gerçek konumumuzu daha iyi algılayıp, değerlendirebiliriz. Kendi gerçeğimizi hatırlamak için, arada birbirimizin yüzüne bakmamızda yarar var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder