21 Temmuz 2012 Cumartesi

Algı ve kitlesel iletişim ilişkisi üzerine


Kısa araştırmam sırasında denk gelebildiğim ve algı kavramı hakkında az veya çok bilgi içeren çalışmaların hiçbiri enformasyon ağı, iletişim, medya süreçleri, siyaset gibi insanların karar verme süreçleriyle veya dünya işleri ile ilgili bir bakış açısı taşımıyordu, bu noktaya kısaca temas edenlerse aralarında güçlü bir bağlantı olduğunu varsaymıyorlardı.

Oysa algı kavramı bütün doğası gereği belki başka her şeyden önce bu saydığım alanlarla doğrudan ilgilidir. İnsanlık mirasının temelini oluşturan toplam insanlık bilgisi; bilginin aktarılması, iletilmesi süreçleri ile bu bilgilerin değerlendirilip kullanıldığı siyaset arenasının yapıtaşları değil midir? Ve bu yapıtaşlarının her bir tekinin ayrı ayrı var olabilmesi, tek tek bütün insan bireylerinin algı süreçlerine doğrudan bağımlı değil midir?

01.Algının tanımı üzerine…
Algı kavramı zor bir tartışma konusu çünkü yalın haliyle bile karmakarışık ve bilim insanları tarafından da henüz üzerinde uzlaşı sağlanmamış birçok yanı var. Bir bakıma tam bir keşmekeş…

Öte yandan gündelik hayatımızın her anında biz istesek de istemesek de karşımıza çıkan, kararlarımızı yönlendiren süreçleri anlatan ve istemesek de dimağımızı şekillendiren algı kavramını ve algıyla ilgili süreçleri, üstünkörü ve belli bir çerçevede de olsa ele alıp, bazı düşüncelerimi ve bulgularımı, daha çok bazı sorular oluşturmak yoluyla, paylaşabileceğimi düşünüyorum…

Çeşitli kaynaklarda birbirinden farklı birçok tanımla tarif edilen algı kavramı için örnek olarak seçtiğim birkaç tanımı sıralamakla başlayayım…

1.Algı, nesnelerin bilinçteki yansısıdır.
2.Algı, öznenin kendisinin dışında olanı alması sürecidir.
3.Algı, insanların çevreden gelen bilgileri seçme, organize etme ve yorumlama süreci sonunda elde ettiği verilere denir.
4.Algı, evrenin duyular yoluyla bilince yansıyan imgelerinin bilinç düzeyinde oluşturduğu tasarımdır.

Bu tanımların hepsi de doğrudur. Algı kavramına getirilmiş çok sayıda başka tanımı da yanlışlamadan kabul etmek durumunda kalıyoruz. Tanımlarla ilgili tartışırken kapsamlarına göre anlamak ve kendi bağlamımıza uygun olanı seçmemiz gerekiyor. Algılayan kişinin ihtiyaçları, istekleri, hatıraları, değerleri ve kişiliği bu süreçte rol oynar. İnsanın algı kapasitesi bu unsurların bir araya gelmesiyle belirlenir ve sınırlanır. Algılanan şeyin boyutları, tekrarlanma sıklığı, içerdiği çelişkiler ve devinimi de algı sürecinde etkilidir. Bunların her biri her insan için ve algılanan her nesne için farklı olduğundan, hiç kimse çevresini ve gerçeklik olgusunu aynı şekilde algılamaz.

Buna rağmen, ortak değerler oluşturmamız anlamına gelen, sosyalleşme süreçleri de yine algılarımızın vazgeçilmez katkısıyla oluşturulur.

Bu yazıda ele almayı istediğim çerçeve itibarıyla en uygun bulduğum tanım, az önce sıraladıklarımın sonuncusudur. Yani algı, evrenin duyular yoluyla bilince yansıyan imgelerinin bilinç düzeyinde oluşturduğu tasarımdır.

Algılar, bireyin karar verme süreçlerini belirlemede önem taşır ve bu süreçteki en güçlü etkenlerdir

Ancak bu tanımı bir açıdan eksik buluyorum; öznenin etkin olduğu örnek sürecin dışında kalan olasılıkları anmadığı ve başka türlüsünün mümkün olup olmadığına değinmediği için.

Algı, evrenin duyular yoluyla bilince yansıyan imgeleri ile ilintili olabilir elbette. Ama algı, evren hakkında bilince taammüden yansıtılan imgelerin bireysel hatırat ile harmanlanarak bilinç düzeyinde oluşturduğu tasarımdır da, aynı zamanda. Yani öznenin edilgen kaldığı algı süreçleri de söz konusu olabilir, pek ala…

Algı her şeydir
Bilinç sahibi canlılar evrende ilişkilenme fırsatı buldukları şeyleri, duyu organları yoluyla ve daha sonra değerlendirmek ve kullanmak üzere, bilişsel dağarcıklarına alırlar. Bu alış süreci çoğu zaman, bir bebeğin ellerini görme duyusu aracılığıyla fark etmesi gibi kendiliğinden ve kaçınılmazdır. Kimi zaman da basbayağı hedef gözeterek, belli ilkeler ve bir amaç doğrultusunda planlanarak gerçekleşir.

Bazen de ne algılanan, ne de algılayan, sürecin farkına varmaz. Ama her durumda algı oluşur ve her algı bir şeylere hizmet eder. Çünkü bütün algılarımız karar verme süreçlerimizi belirlemede önem taşır ve bu süreçteki en güçlü etkenlerdir.

02.Algı süreçlerinin götüreceği yer bilgi denizidir
Görme, işitme ve dokunma başta olmak üzere, beş duyumuz bilincimize yeni kavramlar ve yeni düşünceler oluşturabilmemiz için algısal gereçler taşırlar. Algı süreci sonunda, duyu organlarımız aracılığıyla bilincimizde oluşan imgeler, birbirlerini tamamlamak ve böylece anlam kazanmak suretiyle yeni bütünler oluştururlar. Bireyin algısı, önceki deneyimlerinden aklında kalan değerlendirmelerle de pekiştirilir ve güncel bir yargı oluşturacak şekilde yeni bir algıya dönüşür. Her algı, nihayetinde gideceği yerde bilgiye dönüşür veya her algı, son kertede bilgi olarak değer bulur.

İnsan hayatında bu ayrımın; yani algının anlık bir işlev doğrultusunda derhal bilgiye mi dönüştüğü yoksa bilgi olarak değerini son kertede mi bulduğu konusunun çok fazla önemi olmadığını düşünüyorum ve üzerinde durmuyorum. Çünkü bilgi olarak değer bulmayan algılarımızın bize ve çevremize bir faydası veya zararı yoktur. Onlar bilgi olarak değer bulacakları güne kadar bilinçaltımızda varlıklarını sürdürebilirler. Bilinçaltımızdaki değer kazanmamış varlıkları, bir yük değildir.

Bunları söylerken bilgi olarak aslında değer bulmuş olan ancak psikolojik olarak bastırılmış oldukları için bilinç düzeyinde anlamlandıramadığımız algıları hariç tutmak gerektiğini not düşmemizde yarar var… Bu türden algılarımız, derinlerde sessizce bilgiye dönüşürler ve davranışlarımızı belirlemeye devam ederler ama çoğu zaman farkında olmayız. Bu arada şunu da ekleyelim; bastırdığımıza göre, bunlar hemen hemen her zaman, rahatsız edici deneyimlerimize dayanan algılarımızdır…

Duyular yoluyla, dimağımıza hapsettiğimiz imgeler bazen yıllarca algıya veya bilgiye dönüşmeden bilinçaltımızda yer eder

Algı kavramına, ancak anlık bir işlevle birlikte düşünülürse tanım getirilebileceği de söyleniyor. Ama bu yaklaşım, herhangi bir anda başlayan algı sürecinin, nasıl olup da kimi zaman yıllarca sürebildiğini açıklamada pek işimize yaramaz. Duyular yoluyla, dimağımıza hapsettiğimiz imgeler bazen yıllarca algıya veya bilgiye dönüşmeden bilinçaltımızda yer eder. Bu durumda o imgelerin algıya dönüşmesi süreci, belki hiç hesapta olmayan bir tetikleyicinin yardımına ihtiyaç duyar. Tetikleyici unsur devreye girer girmez, unuttuğumuzu sandığımız imgeler, üstlerindeki tozu silkeleyerek boy gösteren algılara dönüşüverirler. Bunlar bazen anlamının saatini geçirmiş bilgiler olarak, tabiri caizse elimizde patlar; bazen de kaybolmuş bir hazinenin tesadüfen bulunması gibi beklenmedik değerler üretirler.

Köşeli veya oval; bireyin dünya görüşü ve kişisel gerçeklik algısı, kendi algısal deneyimine dayanır. Bu deneyim, öznenin etkin veya edilgen olduğu sayısız uyaran tarafından, ilmek ilmek örülmüş bir birikimdir.
Algının oluşması için duyu organlarının, harici bir unsur tarafından uyarılması gerekir. Duyularımızın her biri ses, ışık, koku gibi belli birer uyarana bağımlı çalışırlar ve bu uyaranların unsurlarından oluşan her spektrumda, insana göre algılanabilir ve algılanamaz bölgeler söz konusudur. Örneğin, insanın algılayabildiği renkler bellidir ve bazı değişkenler üzerinde oynayarak şansımızı belli ölçüde zorlayabilsek bile, insanların daha fazla sayıda renk görmelerini sağlamak veya algılamakta zorluk çektiğimiz renkleri daha kolay algılanır hale getirmek mümkün değildir. Ama insanın algılayabildiği renkler üzerinde çalışarak, insan algısını yönlendirme imkânı vardır.

Algılanan şeylerin değerlendirilip kullanılmadığı sürece bir değer ifade etmeyeceğini düşünürsek şu sonuca da varabiliriz; insan duyularının belli bir çerçeveyle sınırlı olması, handikaptan ziyade bir avantaj olmuştur. Çünkü bir şeyi, referanslarınız; yani kerteriz alacağımız; kabul edilmiş ve sabit olduğu varsayılan bir dayanağımız olmadan değerlendiremeyiz. Muhtemelen duyularımızın alt ve üst eşikleri; yani sınırları sayesinde, algılarımızı oluşturacak olan imgeleri tarif edebiliyor, duyularımızın kaydettiği verileri o sınırları referans almak yoluyla anlamlandırabiliyoruz.

03.İnsan algısı siyasetin belirleyicilerindendir
Böyle bir başlık altında tartışabilmek için çok daha derin ve kapsamlı bir araştırma yapmam gerekirdi ancak imkânlarımın elverdiği kadarını yapabildim. 

Yine de araştırmamı yaparken, cüret gösterip, çok rahatsız edici bir tespitte bulunduğumu belirtmek zorundayım. Algı kavramı hakkında az veya çok bilgi içeren çalışmaların hiçbiri enformasyon ağı, iletişim, medya süreçleri, siyaset gibi insanların karar verme süreçleriyle veya dünya işleri ile ilgili bir bakış açısı taşımıyordu, bu noktaya kısaca temas edenlerse aralarında güçlü bir bağlantı olduğunu varsaymıyorlardı.

Oysa algı kavramı bütün doğası gereği belki başka her şeyden önce bu saydığım alanlarla doğrudan ilgilidir. İnsanlık mirasının temelini oluşturan toplam insanlık bilgisi; bilginin aktarılması, iletilmesi süreçleri ile bu bilgilerin değerlendirilip kullanıldığı siyaset arenasının yapıtaşları değil midir? Ve bu yapıtaşlarının her bir tekinin ayrı ayrı var olabilmesi, tek tek bütün insan bireylerinin algı süreçlerine doğrudan bağımlı değil midir?

Kitlesel uyaranlar algıyla çok yakın bir ilişki içinde değil mi?
Algı kavramını ruhbilim çerçevesinden bakarak çalışmak ve tekil bireyin yaşadığı bir süreç olarak değerlendirmek yanlış değil, elbette. Yahut algıyı; örneğin insan gözünün nasıl çalıştığını tarif ederken kullandığımız ve görme işi sırasında işleyen tali bir süreç gibi değerlendirmek de yanlış değildir. Bunun gibi başka disiplinlerin algı kavramını kendi bağlamlarında değerlendirmelerinde de bir sorun olduğunu söylemek niyetini taşımadım.

Ancak öte yandan algı dediğimiz olgu, karar verme mekanizmalarımızı yönlendiren bilginin de kaynağıdır. Üstelik algıyı oluşturacak olan nüveler, bilinç düzeyinde farkında olduğumuz bilginin aksine, bilinç düzeyinde var olmak zorunda da değildir. Bilinçaltında, yeşereceği günü bekleyen tohumlar gibi, yıllar boyu hayatta kalabilirler.

Dolayısıyla algı kavramının insanlığın gidişatını doğrudan etkileyen bir unsur olduğunu; insanlık tarihi oluşurken, telaffuz edebileceğimiz kavramlar arasında, birkaç başrolden birinin sahibi olduğunu nasıl yadsıyabiliriz!

Kısaca şunu vurgulamak arzusundayım: algı olgusu, insanların bilgi edinme süreçlerinin başlıca aktörlerinden biridir. İnsan davranışlarının belirlenmesinde birinci derecede önemlidir. Algı süreçlerini çok iyi analiz etmek; algı süreçlerinin doğasını öğrenmek; kişisel algı süreçlerimizin farkında olmak ve mümkün olduğun kadar kontrol edebilmek gerekir. Böyle bir olanak, kendimizin ve bizi çevreleyen evrenin farkına varmamızı sağlayacak; bu da içsel yolculuğumuz süresince bu farkındalığın aydınlatıcı rehberliğini hizmetimize sunacaktır.

Bunları yaparken de günümüze kadar yapılanlara ilaveten, iletişim kuramları ve siyaset bilimleri çerçevesinden de bakmak ve bulgularımızı bu olgular çerçevesinde de değerlendirmek zorundayız. Gerçeğe ve evrensel barışa giden yolda bunların yardımı olabilir. Bu tartışmada spekülatif yargılarda bulunmayı istemiyorum ama şunu söylemeden de geçemeyeceğim; algı kavramıyla ilgilenmemeyi seçtiğimiz zaman neler olabildiğini tecrübe ediyor ve biliyoruz…

04.Algı süreçleri özgürleştiricidir
Algı üzerinde düşünmenin bir önemli faydası daha var. Bunu şöyle tarif etmeyi deneyeyim; insan, algılama yeteneğini geliştirdikçe; hatta geliştirmek zorunda bile değildir; mevcut yeteneğini kullandıkça diyelim; genetik hatıratının baskılayıcı, hatta köleleştirici ağırlığından kurtulur.

Bu düşünceyi şöyle açmaya çalışayım: canlıların ‘genetik bilgi’ olarak tanımlanan ve bireysel donanımı ve bilgisi arttıkça unutulup, kaybolan bir takım doğrularla (‘yap’lar ve ‘yapma’larla…) donanımlı olarak doğduğunu biliyoruz. Bunlar değişen dünyada; daha doğrusu değiştiregeldiğimiz dünyada giderek, ilerlememizi engelleyen istem dışı davranış kalıplarına neden olurlar. Önyargılardan söz etmiyorum; söylemek istediğim şey daha çok bilmeden, istemeden hatta farkında bile olmadan takındığımız tavırlar ve tutumlarımızdır.


Örneğin kimi özel durumlarda fedakârlık yapmak, insanların genetik hatıratının önerdiği yola aykırıdır. Rasyonel değildir, bu anlamda yanlıştır ve fedakârlık yapana zarar verir.

Oysa insanlar fedakârlık yapabiliyorlar. Üstelik (henüz bir kural değil belki ama…) farkındalıkları arttıkça, bilgilendikçe, bilinçleri gelişip zenginleştikçe insanların fedakârlık yapma istatistikleri/olasılığı da artıyor. Önce kendisine dair farkındalığı artan birey, giderek başka insanların ve toplumsal bütünün daha çok farkına varıyor ve kişisel evreninin öznesi ‘ben’den ‘biz’e doğru evriliyor.


Henüz emekleme çağını geçirdiğine inandığım bütün bu süreç, bilgi edinmemizin öncelikli koşullarından biri olan algının ortaya çıkmasıyla mümkün olabiliyor.

Dolayısıyla daha güzel bir dünya, daha mutlu insanlar ve refah içinde bir insanlık ülküsü çerçevesinden bakarken, algı kavramına hak ettiği önemi atfetmek; duyularımıza saygı duymak; onların eşiğinden atlayan her türlü uyarana karşı mümkün olduğu kadar hazır ve donanımlı halde kalmak gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder