Kısa araştırmam sırasında denk gelebildiğim ve algı kavramı hakkında az veya çok bilgi
içeren çalışmaların hiçbiri enformasyon ağı, iletişim, medya süreçleri, siyaset
gibi insanların karar verme süreçleriyle veya dünya işleri ile ilgili bir bakış
açısı taşımıyordu, bu noktaya kısaca temas edenlerse aralarında güçlü bir
bağlantı olduğunu varsaymıyorlardı.
Oysa
algı kavramı bütün doğası gereği belki başka her şeyden önce bu saydığım
alanlarla doğrudan ilgilidir. İnsanlık mirasının temelini oluşturan toplam
insanlık bilgisi; bilginin aktarılması, iletilmesi süreçleri ile bu bilgilerin
değerlendirilip kullanıldığı siyaset arenasının yapıtaşları değil midir? Ve bu
yapıtaşlarının her bir tekinin ayrı ayrı var olabilmesi, tek tek bütün insan
bireylerinin algı süreçlerine doğrudan bağımlı değil midir?
01.Algının
tanımı üzerine…
Algı
kavramı zor bir tartışma konusu çünkü yalın haliyle bile karmakarışık ve bilim
insanları tarafından da henüz üzerinde uzlaşı sağlanmamış birçok yanı var. Bir
bakıma tam bir keşmekeş…
Öte
yandan gündelik hayatımızın her anında biz istesek de istemesek de karşımıza
çıkan, kararlarımızı yönlendiren süreçleri anlatan ve istemesek de dimağımızı
şekillendiren algı kavramını ve algıyla ilgili süreçleri, üstünkörü ve belli
bir çerçevede de olsa ele alıp, bazı düşüncelerimi ve bulgularımı, daha çok
bazı sorular oluşturmak yoluyla, paylaşabileceğimi düşünüyorum…
Çeşitli
kaynaklarda birbirinden farklı birçok tanımla tarif edilen algı kavramı için
örnek olarak seçtiğim birkaç tanımı sıralamakla başlayayım…
1.Algı,
nesnelerin bilinçteki yansısıdır.
2.Algı,
öznenin kendisinin dışında olanı alması sürecidir.
3.Algı,
insanların çevreden gelen bilgileri seçme, organize etme ve yorumlama süreci
sonunda elde ettiği verilere denir.
4.Algı,
evrenin duyular yoluyla bilince yansıyan imgelerinin bilinç düzeyinde
oluşturduğu tasarımdır.
Bu tanımların hepsi de doğrudur. Algı kavramına getirilmiş çok sayıda başka tanımı da yanlışlamadan kabul etmek durumunda kalıyoruz. Tanımlarla ilgili tartışırken kapsamlarına göre anlamak ve kendi bağlamımıza uygun olanı seçmemiz gerekiyor. Algılayan kişinin ihtiyaçları, istekleri, hatıraları, değerleri ve kişiliği bu süreçte rol oynar. İnsanın algı kapasitesi bu unsurların bir araya gelmesiyle belirlenir ve sınırlanır. Algılanan şeyin boyutları, tekrarlanma sıklığı, içerdiği çelişkiler ve devinimi de algı sürecinde etkilidir. Bunların her biri her insan için ve algılanan her nesne için farklı olduğundan, hiç kimse çevresini ve gerçeklik olgusunu aynı şekilde algılamaz.
Buna
rağmen, ortak değerler oluşturmamız anlamına gelen, sosyalleşme süreçleri de
yine algılarımızın vazgeçilmez katkısıyla oluşturulur.
Bu
yazıda ele almayı istediğim çerçeve itibarıyla en uygun bulduğum tanım, az önce
sıraladıklarımın sonuncusudur. Yani algı, evrenin duyular yoluyla bilince
yansıyan imgelerinin bilinç düzeyinde oluşturduğu tasarımdır.
Algılar, bireyin karar verme
süreçlerini belirlemede önem taşır ve bu süreçteki en güçlü etkenlerdir
Ancak
bu tanımı bir açıdan eksik buluyorum; öznenin etkin olduğu örnek sürecin
dışında kalan olasılıkları anmadığı ve başka türlüsünün mümkün olup olmadığına
değinmediği için.
Algı,
evrenin duyular yoluyla bilince yansıyan imgeleri ile ilintili olabilir
elbette. Ama algı, evren hakkında bilince taammüden yansıtılan imgelerin
bireysel hatırat ile harmanlanarak bilinç düzeyinde oluşturduğu tasarımdır da,
aynı zamanda. Yani öznenin edilgen kaldığı algı süreçleri de söz konusu
olabilir, pek ala…
Algı her şeydir |
Bilinç
sahibi canlılar evrende ilişkilenme fırsatı buldukları şeyleri, duyu organları
yoluyla ve daha sonra değerlendirmek ve kullanmak üzere, bilişsel
dağarcıklarına alırlar. Bu alış süreci çoğu zaman, bir bebeğin ellerini görme
duyusu aracılığıyla fark etmesi gibi kendiliğinden ve kaçınılmazdır. Kimi zaman
da basbayağı hedef gözeterek, belli ilkeler ve bir amaç doğrultusunda
planlanarak gerçekleşir.
Bazen
de ne algılanan, ne de algılayan, sürecin farkına varmaz. Ama her durumda algı
oluşur ve her algı bir şeylere hizmet eder. Çünkü bütün algılarımız karar verme
süreçlerimizi belirlemede önem taşır ve bu süreçteki en güçlü etkenlerdir.
02.Algı
süreçlerinin götüreceği yer bilgi denizidir
Görme,
işitme ve dokunma başta olmak üzere, beş duyumuz bilincimize yeni kavramlar ve yeni
düşünceler oluşturabilmemiz için algısal gereçler taşırlar. Algı süreci
sonunda, duyu organlarımız aracılığıyla bilincimizde oluşan imgeler,
birbirlerini tamamlamak ve böylece anlam kazanmak suretiyle yeni bütünler
oluştururlar. Bireyin algısı, önceki deneyimlerinden aklında kalan
değerlendirmelerle de pekiştirilir ve güncel bir yargı oluşturacak şekilde yeni
bir algıya dönüşür. Her algı, nihayetinde gideceği yerde bilgiye dönüşür veya
her algı, son kertede bilgi olarak değer bulur.
İnsan
hayatında bu ayrımın; yani algının anlık bir işlev doğrultusunda derhal bilgiye
mi dönüştüğü yoksa bilgi olarak değerini son kertede mi bulduğu konusunun çok
fazla önemi olmadığını düşünüyorum ve üzerinde durmuyorum. Çünkü bilgi olarak
değer bulmayan algılarımızın bize ve çevremize bir faydası veya zararı yoktur.
Onlar bilgi olarak değer bulacakları güne kadar bilinçaltımızda varlıklarını
sürdürebilirler. Bilinçaltımızdaki değer kazanmamış varlıkları, bir yük
değildir.
Bunları
söylerken bilgi olarak aslında değer bulmuş olan ancak psikolojik olarak
bastırılmış oldukları için bilinç düzeyinde anlamlandıramadığımız algıları
hariç tutmak gerektiğini not düşmemizde yarar var… Bu türden algılarımız,
derinlerde sessizce bilgiye dönüşürler ve davranışlarımızı belirlemeye devam
ederler ama çoğu zaman farkında olmayız. Bu arada şunu da ekleyelim;
bastırdığımıza göre, bunlar hemen hemen her zaman, rahatsız edici
deneyimlerimize dayanan algılarımızdır…
Duyular yoluyla, dimağımıza hapsettiğimiz imgeler bazen yıllarca algıya veya
bilgiye dönüşmeden bilinçaltımızda yer eder
Algı
kavramına, ancak anlık bir işlevle birlikte düşünülürse tanım getirilebileceği
de söyleniyor. Ama bu yaklaşım, herhangi bir anda başlayan algı sürecinin,
nasıl olup da kimi zaman yıllarca sürebildiğini açıklamada pek işimize yaramaz.
Duyular yoluyla, dimağımıza hapsettiğimiz imgeler bazen yıllarca algıya veya
bilgiye dönüşmeden bilinçaltımızda yer eder. Bu durumda o imgelerin algıya
dönüşmesi süreci, belki hiç hesapta olmayan bir tetikleyicinin yardımına
ihtiyaç duyar. Tetikleyici unsur devreye girer girmez, unuttuğumuzu sandığımız
imgeler, üstlerindeki tozu silkeleyerek boy gösteren algılara dönüşüverirler.
Bunlar bazen anlamının saatini geçirmiş bilgiler olarak, tabiri caizse elimizde
patlar; bazen de kaybolmuş bir hazinenin tesadüfen bulunması gibi beklenmedik
değerler üretirler.
Algının
oluşması için duyu organlarının, harici bir unsur tarafından uyarılması
gerekir. Duyularımızın her biri ses, ışık, koku gibi belli birer uyarana
bağımlı çalışırlar ve bu uyaranların unsurlarından oluşan her spektrumda,
insana göre algılanabilir ve algılanamaz bölgeler söz konusudur. Örneğin,
insanın algılayabildiği renkler bellidir ve bazı değişkenler üzerinde oynayarak
şansımızı belli ölçüde zorlayabilsek bile, insanların daha fazla sayıda renk
görmelerini sağlamak veya algılamakta zorluk çektiğimiz renkleri daha kolay
algılanır hale getirmek mümkün değildir. Ama insanın algılayabildiği renkler
üzerinde çalışarak, insan algısını yönlendirme imkânı vardır.
Algılanan
şeylerin değerlendirilip kullanılmadığı sürece bir değer ifade etmeyeceğini
düşünürsek şu sonuca da varabiliriz; insan duyularının belli bir çerçeveyle
sınırlı olması, handikaptan ziyade bir avantaj olmuştur. Çünkü bir şeyi,
referanslarınız; yani kerteriz alacağımız; kabul edilmiş ve sabit olduğu
varsayılan bir dayanağımız olmadan değerlendiremeyiz. Muhtemelen duyularımızın
alt ve üst eşikleri; yani sınırları sayesinde, algılarımızı oluşturacak olan
imgeleri tarif edebiliyor, duyularımızın kaydettiği verileri o sınırları
referans almak yoluyla anlamlandırabiliyoruz.
03.İnsan algısı
siyasetin belirleyicilerindendir
Böyle
bir başlık altında tartışabilmek için çok daha derin ve kapsamlı bir araştırma
yapmam gerekirdi ancak imkânlarımın elverdiği kadarını yapabildim.
Yine
de araştırmamı yaparken, cüret gösterip, çok rahatsız edici bir tespitte
bulunduğumu belirtmek zorundayım. Algı kavramı hakkında az veya çok bilgi
içeren çalışmaların hiçbiri enformasyon ağı, iletişim, medya süreçleri, siyaset
gibi insanların karar verme süreçleriyle veya dünya işleri ile ilgili bir bakış
açısı taşımıyordu, bu noktaya kısaca temas edenlerse aralarında güçlü bir
bağlantı olduğunu varsaymıyorlardı.
Oysa
algı kavramı bütün doğası gereği belki başka her şeyden önce bu saydığım
alanlarla doğrudan ilgilidir. İnsanlık mirasının temelini oluşturan toplam
insanlık bilgisi; bilginin aktarılması, iletilmesi süreçleri ile bu bilgilerin
değerlendirilip kullanıldığı siyaset arenasının yapıtaşları değil midir? Ve bu
yapıtaşlarının her bir tekinin ayrı ayrı var olabilmesi, tek tek bütün insan
bireylerinin algı süreçlerine doğrudan bağımlı değil midir?
Kitlesel uyaranlar algıyla çok yakın bir ilişki içinde değil mi? |
Algı
kavramını ruhbilim çerçevesinden bakarak çalışmak ve tekil bireyin yaşadığı bir
süreç olarak değerlendirmek yanlış değil, elbette. Yahut algıyı; örneğin insan
gözünün nasıl çalıştığını tarif ederken kullandığımız ve görme işi sırasında
işleyen tali bir süreç gibi değerlendirmek de yanlış değildir. Bunun gibi başka
disiplinlerin algı kavramını kendi bağlamlarında değerlendirmelerinde de bir
sorun olduğunu söylemek niyetini taşımadım.
Ancak
öte yandan algı dediğimiz olgu, karar verme mekanizmalarımızı yönlendiren
bilginin de kaynağıdır. Üstelik algıyı oluşturacak olan nüveler, bilinç
düzeyinde farkında olduğumuz bilginin aksine, bilinç düzeyinde var olmak
zorunda da değildir. Bilinçaltında, yeşereceği günü bekleyen tohumlar gibi,
yıllar boyu hayatta kalabilirler.
Dolayısıyla
algı kavramının insanlığın gidişatını doğrudan etkileyen bir unsur olduğunu;
insanlık tarihi oluşurken, telaffuz edebileceğimiz kavramlar arasında, birkaç
başrolden birinin sahibi olduğunu nasıl yadsıyabiliriz!
Kısaca
şunu vurgulamak arzusundayım: algı olgusu, insanların bilgi edinme süreçlerinin
başlıca aktörlerinden biridir. İnsan davranışlarının belirlenmesinde birinci
derecede önemlidir. Algı süreçlerini çok iyi analiz etmek; algı süreçlerinin
doğasını öğrenmek; kişisel algı süreçlerimizin farkında olmak ve mümkün olduğun
kadar kontrol edebilmek gerekir. Böyle bir olanak, kendimizin ve bizi
çevreleyen evrenin farkına varmamızı sağlayacak; bu da içsel yolculuğumuz
süresince bu farkındalığın aydınlatıcı rehberliğini hizmetimize sunacaktır.
Bunları
yaparken de günümüze kadar yapılanlara ilaveten, iletişim kuramları ve siyaset
bilimleri çerçevesinden de bakmak ve bulgularımızı bu olgular çerçevesinde de
değerlendirmek zorundayız. Gerçeğe ve evrensel barışa giden yolda bunların
yardımı olabilir. Bu tartışmada spekülatif yargılarda bulunmayı istemiyorum ama
şunu söylemeden de geçemeyeceğim; algı kavramıyla ilgilenmemeyi seçtiğimiz
zaman neler olabildiğini tecrübe ediyor ve biliyoruz…
04.Algı
süreçleri özgürleştiricidir
Algı
üzerinde düşünmenin bir önemli faydası daha var. Bunu şöyle tarif etmeyi
deneyeyim; insan, algılama yeteneğini geliştirdikçe; hatta geliştirmek zorunda
bile değildir; mevcut yeteneğini kullandıkça diyelim; genetik hatıratının
baskılayıcı, hatta köleleştirici ağırlığından kurtulur.
Bu
düşünceyi şöyle açmaya çalışayım: canlıların ‘genetik bilgi’ olarak tanımlanan
ve bireysel donanımı ve bilgisi arttıkça unutulup, kaybolan bir takım
doğrularla (‘yap’lar ve ‘yapma’larla…) donanımlı olarak doğduğunu biliyoruz.
Bunlar değişen dünyada; daha doğrusu değiştiregeldiğimiz dünyada giderek,
ilerlememizi engelleyen istem dışı davranış kalıplarına neden olurlar.
Önyargılardan söz etmiyorum; söylemek istediğim şey daha çok bilmeden,
istemeden hatta farkında bile olmadan takındığımız tavırlar ve tutumlarımızdır.
Örneğin
kimi özel durumlarda fedakârlık yapmak, insanların genetik hatıratının önerdiği
yola aykırıdır. Rasyonel değildir, bu anlamda yanlıştır ve fedakârlık yapana
zarar verir.
Oysa
insanlar fedakârlık yapabiliyorlar. Üstelik (henüz bir kural değil belki ama…)
farkındalıkları arttıkça, bilgilendikçe, bilinçleri gelişip zenginleştikçe
insanların fedakârlık yapma istatistikleri/olasılığı da artıyor. Önce kendisine
dair farkındalığı artan birey, giderek başka insanların ve toplumsal bütünün
daha çok farkına varıyor ve kişisel evreninin öznesi ‘ben’den ‘biz’e doğru
evriliyor.
Henüz
emekleme çağını geçirdiğine inandığım bütün bu süreç, bilgi edinmemizin
öncelikli koşullarından biri olan algının ortaya çıkmasıyla mümkün olabiliyor.
Dolayısıyla
daha güzel bir dünya, daha mutlu insanlar ve refah içinde bir insanlık ülküsü
çerçevesinden bakarken, algı kavramına hak ettiği önemi atfetmek; duyularımıza
saygı duymak; onların eşiğinden atlayan her türlü uyarana karşı mümkün olduğu
kadar hazır ve donanımlı halde kalmak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder