24 Temmuz 2012 Salı

Koşu

Dörtnala koşan atlıların yanında, yarışı yayan sürdüren biri gibi oldum hep. Bakardım koşanlara.

Tamam, yol boyu gördüklerinin ruhunu yakalamaya zamanın olur böylece; ama senden çok önce geçenler her şeyi analiz etmiş; işlevleri, görüntüleri, öyküleri çoktan terennüm etmişlerdir. Onlar terennüm ederken, sen bu terennümlerin aksini duyarsın; çok çiğ ve itici gelse de.

Güncel, bugün her şeyden daha önemli. Yeni olmalıdır. Bu nedenle senin olgunlaştırıp, şekillendirdiğin ve değer kazandırdığın algıların, birçok kimse için bayatlamış hale gelir. 

Zannediyorum bir TV filmiydi, çok zaman geçti; ahşap çiviyle, demir çivi hikayesi çok bildik değildir. Anlatayım;

“Eski zamanlarda bir gün, bir nehir kıyısında oğlu ve karısıyla yaşayan bir adam varmış. Oğlu, on yaşında kadarmış ve anne ağır işlerde çalışmasını istemezmiş. Adam da kaba saba yapısı ve karakteriyle, oğlunu kıskanırmış. Hem kendisi böyle özen görmediği için, hem de karısının ilgisini paylaştığı için. Bir yandan da sağlam bir erkek olmanın yolunun, ağır işlere alışık olmaktan geçtiğine inanırmış.

İki koyunları varmış. Tavuklar falan. Her yıl, nehirden kalabalık sürüsünü geçiren bir sürü sahibi, o yıl dönüş yolundayken, adama demiş ki, 'Eğer buraya bir küçük köprü yaparsan, ben koyunlarımı çok daha kısa sürede karşıya geçiririm. Böylece zaman kazanır ve daha iyi bir pazarlıkla satarım. Daha iyi kazanırım. Üstelik çiftliğime daha önce döner, yine daha çok kazanma şansını elde ederim. Köprü yaparsan, bu kazançtan sana da pay veririm. Daha çok koyunun olur, karına yeni bir elbise alır, oğluna da bir at alabilirsin!'

Adam, o gün işe koyulmuş. Çünkü, bu işi kendisi ve becerebilirse oğlu, birlikte yapacaklarmış. Bir yıl boyunca, hesaplar yapılmış, keresteler hazırlanmış, temel kazıkları çakılmış, hummalı bir çabayla ve yine hummalı düşlerle aylar geçmiş. Çalışmaları boyunca çocuğa kötü de davrandığı olmuş. Anne ile baba, zaman zaman tartışmışlar bu nedenle. Anne bir keresinde oğlunu eve kapatıp yollamamış çalışmaya.

Sonra, sürü sahibinin nehirden geçmesine iki gün kalmış. Ama adam ve oğlu, sürünün geçeceği zeminin tahtalarını henüz çakmamışlar. Çünkü adam, ille de ahşap çivi kullanmak taraftarıymış ve dediği de dedikmiş. Oğul, ellerinde bulunan demir çivilerle işi bir günde bitirebileceklerini, ahşap çivinin bir tekini üretmek için bile üç saat harcadıklarını söyleyip durmuş, boşu boşuna! Adamsa, ahşabın ‘canlı’ olduğunu; demir gibi kısa ömürlü olmadığını; bir şeyi sağlam ve canlı kılmak için sabır ve sebat gerektiğini; köprünün tahtalarının demir çivileri çok yakında tükürüp atacağını; oysa ahşap çivileri kucaklayıp sımsıkı saracağını ve kendisi çürümeden asla bırakmayacağını söylemiş.

Metal çivi
Sonunda sürü sahibinin nehirden geçeceği gün gelmiş, çatmış. Ve çocuk babasına demiş ki, 'Baba! Şimdi, köprüyü demir çivilerle tamamlayacağız! Sürü sahibi geçecek. Biz koyunlarımızı alacağız ve sonra da demir çivileri söküp, ahşap çivileri çakacağız. Böylece, köprüyü sağlam ve zamanında tamamlamış olacağız!'

 Adam, 'Olur' demiş. 'Olur'....”

                   ***

Hikayenin sonunda, sürü sahibi geçiyor, adam ve ailesi biraz daha refaha eriyor, falan filan; bitiyor. 

Ahşap çivi

Şimdi, adam oğlunun ve aslında daha çok şartların dayattığını kabul etmek zorunda kaldı ya! 

Ama nasıl çaksın o ahşap çivileri demir çivilerden kalan gediklere, be! 

'Olur' derkenki iç sızısının yerine ne koysun, onu ordan alıp da! 

Onu nasıl alacak oradan!?...

Yenilmiştir, ve artık dizginleri oğula bırakacaktır. 

Çaresizlik, kayda değer elemlerdendir ve değişen dünya karşısındaki çaresizliği, değişim karşısındaki uyum yetersizliğinden kaynaklanan elemi, kimse onaramaz. 

Bazen siz göçmen değilsinizdir de, etrafınızdaki dünya göçmüş başka bir yerlere gitmiştir ve sizi yabancı bir alemde, yapayalnız bırakmıştır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder