Dörtnala
koşan atlıların yanında, yarışı yayan sürdüren biri gibi oldum hep. Bakardım koşanlara.
Tamam, yol
boyu gördüklerinin ruhunu yakalamaya zamanın olur böylece; ama senden çok önce
geçenler her şeyi analiz etmiş; işlevleri, görüntüleri, öyküleri çoktan
terennüm etmişlerdir. Onlar terennüm ederken, sen bu terennümlerin aksini
duyarsın; çok çiğ ve itici gelse de.
Güncel, bugün her şeyden daha önemli. Yeni
olmalıdır. Bu nedenle senin olgunlaştırıp, şekillendirdiğin ve değer kazandırdığın algıların, birçok kimse için bayatlamış
hale gelir.
Zannediyorum bir TV filmiydi, çok zaman geçti; ahşap çiviyle, demir çivi hikayesi çok bildik değildir. Anlatayım;
Zannediyorum bir TV filmiydi, çok zaman geçti; ahşap çiviyle, demir çivi hikayesi çok bildik değildir. Anlatayım;
“Eski zamanlarda bir gün, bir nehir kıyısında oğlu ve karısıyla
yaşayan bir adam varmış. Oğlu, on yaşında kadarmış ve anne ağır işlerde
çalışmasını istemezmiş. Adam da kaba saba yapısı ve karakteriyle, oğlunu
kıskanırmış. Hem kendisi böyle özen görmediği için, hem de karısının ilgisini
paylaştığı için. Bir yandan da sağlam bir erkek olmanın yolunun, ağır işlere
alışık olmaktan geçtiğine inanırmış.
İki koyunları varmış. Tavuklar falan. Her yıl,
nehirden kalabalık sürüsünü geçiren bir sürü sahibi, o yıl dönüş yolundayken,
adama demiş ki, 'Eğer buraya bir küçük köprü yaparsan, ben koyunlarımı çok daha
kısa sürede karşıya geçiririm. Böylece zaman kazanır ve daha iyi bir pazarlıkla
satarım. Daha iyi kazanırım. Üstelik çiftliğime daha önce döner, yine daha çok
kazanma şansını elde ederim. Köprü yaparsan, bu kazançtan sana da pay veririm.
Daha çok koyunun olur, karına yeni bir elbise alır, oğluna da bir at
alabilirsin!'
Adam, o gün işe koyulmuş. Çünkü, bu işi kendisi ve
becerebilirse oğlu, birlikte yapacaklarmış. Bir yıl boyunca, hesaplar yapılmış,
keresteler hazırlanmış, temel kazıkları çakılmış, hummalı bir çabayla ve yine
hummalı düşlerle aylar geçmiş. Çalışmaları boyunca çocuğa kötü de davrandığı
olmuş. Anne ile baba, zaman zaman tartışmışlar bu nedenle. Anne bir keresinde
oğlunu eve kapatıp yollamamış çalışmaya.
Sonra, sürü sahibinin nehirden geçmesine iki gün
kalmış. Ama adam ve oğlu, sürünün geçeceği zeminin tahtalarını henüz
çakmamışlar. Çünkü adam, ille de ahşap çivi kullanmak taraftarıymış ve dediği
de dedikmiş. Oğul, ellerinde bulunan demir çivilerle işi bir günde
bitirebileceklerini, ahşap çivinin bir tekini üretmek için bile üç saat
harcadıklarını söyleyip durmuş, boşu boşuna! Adamsa, ahşabın ‘canlı’ olduğunu;
demir gibi kısa ömürlü olmadığını; bir şeyi sağlam ve canlı kılmak için sabır
ve sebat gerektiğini; köprünün tahtalarının demir çivileri çok yakında tükürüp
atacağını; oysa ahşap çivileri kucaklayıp sımsıkı saracağını ve kendisi
çürümeden asla bırakmayacağını söylemiş.
Sonunda sürü sahibinin nehirden geçeceği gün gelmiş,
çatmış. Ve çocuk babasına demiş ki, 'Baba! Şimdi, köprüyü demir çivilerle
tamamlayacağız! Sürü sahibi geçecek. Biz koyunlarımızı alacağız ve sonra da
demir çivileri söküp, ahşap çivileri çakacağız. Böylece, köprüyü sağlam ve
zamanında tamamlamış olacağız!'
Adam, 'Olur' demiş. 'Olur'....”
***
Ahşap çivi |
Şimdi, adam oğlunun ve aslında daha çok şartların dayattığını kabul etmek zorunda kaldı ya!
Ama nasıl çaksın o ahşap çivileri demir çivilerden kalan gediklere, be!
'Olur' derkenki iç sızısının yerine ne koysun, onu ordan alıp da!
Onu nasıl alacak oradan!?...
Yenilmiştir, ve artık dizginleri oğula bırakacaktır.
Çaresizlik, kayda değer elemlerdendir ve değişen dünya karşısındaki çaresizliği, değişim karşısındaki uyum yetersizliğinden kaynaklanan elemi, kimse onaramaz.
Bazen siz göçmen değilsinizdir de, etrafınızdaki dünya göçmüş başka bir yerlere gitmiştir ve sizi yabancı bir alemde, yapayalnız bırakmıştır...
Bazen siz göçmen değilsinizdir de, etrafınızdaki dünya göçmüş başka bir yerlere gitmiştir ve sizi yabancı bir alemde, yapayalnız bırakmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder