Enformasyonu toplamak ve yaymak,
gelişmiş teknolojik altyapıyı ve işin sürekliliği için muazzam tutarlarda
sermayeyi gerektirdiğinden, herkesin yapabileceği bir iş olmaktan uzaktır. Dolayısıyla, manipülasyon imkanları olanlarla, olmayanlar arasında bu anlamda
bir rekabet imkanı yok.Enformasyonun manipülasyonu, hedef kitleyi oluşturan bireyler
karşısında, günümüz dünyasının kaçınılmaz bir gerçeği olarak duruyor. Neler
yapılabileceği sorusuna verilen farklı yanıtlar var. Örgütlenmek, eğitim, medya
okuryazarlığını geliştirmek ve yaygınlaştırmak, denetim mekanizmaları geliştirmek
ve başka yöntemler, bunlar arasında sayılabilir...
Konuyu
sınırlandırmakta zorluk çektim, çünkü bilgi ve bilginin ileti formunda yeniden
üretilmesi ve sonrasında dağıtılması sürecine ilişkin temel kavramlardan sadece
ikisi üzerinde, üstünkörü bir sohbet için bile saatler gerekebilir. Tercihimi,
kavramlar üzerinde kısaca ve basitçe durup; temel bir iki kavramdan yola
çıkarak, insan düşüncesi açısından pratik ve kestirme kapılar açmayı denemek
doğrultusunda kullandım. Kendimce bir patika oluşturup, aklımın akışına izin
vermeyi denedim.
Temel
kavramların Türkçe’deki durumu çok açık ve belirgin değil. Manipülasyon ve
başlıkta bilgi sözüyle karşıladığım enformasyon kavramlarına; iletişim
olgusunun kilit kavramları olmalarına rağmen, uygun Türkçe karşılık henüz
bulunabilmiş değil.
1.
Enformasyon
sözcüğü ilk kullanıldığı dönemde, insan aklına yeni bir biçim verme potansiyeli
olan bilgi anlamına geliyordu. İnsanın aklını geliştirecek; eskiden olduğu
halden farklı bir hale sokacak her türlü bilgi; enformasyon demekti. Bugün bu
tanım, karmaşıklaşmış iletişim ilişkileri ve gelişen teknolojinin bilgiyi
toplamak, kullanmak ve dağıtmak konusunda ulaştığı noktada yetersiz kalıyor.
Gönlümden, kavramın bu eski tanımı hala geçerli olabilseydi diye geçiriyorum. Bu konu üzerinde durmayı istememin nedeni, biraz da budur.
Her şey metindir
Bugün enformasyon, genel ifadesiyle; insanın oluşturduğu öğrenme sürecine ilişkin bir sistem; kendisine benzer sayısız parçanın oluşturduğu bir bütündür. Sistem metinlerle (ileti) işlerlik kazanır. Metinler enformasyonu kaynağından alıp yaymak amacıyla geliştirilmiş ortamlarla (medya) taşınır. Metin (ileti), enformasyonun somutlaşmış halidir. Dolayısıyla şunu söylemek de mümkündür: algılanabilirliği olan; hal, düşünce, sav vb şeyler hakkında enformasyon içerebilen her şey birer metindir.
İletişim sürecinin basit şeması (http://www.ak-kurt.com/bseib.html adresinden; Dursun Akkurt'un Temmuz 2001 tarihli yazısından alınmışltır) |
Buradan yola çıkarak, somutlaşmış metnin iletildiği ortam da, kendine göre bir metindir. Her şey metindir. Metin kavramını, bağlamımız doğrultusunda, yazılı doküman anlamındaki ‘text’ ifadesinin karşılığı olarak değil; ileti, yani algılayabildiğimiz her şey anlamında kullanıyorum. Giydiğimiz elbise, otomobilimizin rengi, oturuşumuz, yüz ifademiz; hepsi birer metindir.
Enformasyonun
doğruluğundan söz etmek gerekmez. Doğru ya da yanlış olabilir. Başka deyişle,
içeriğin yanlış olması, o içeriği enformasyon kavramı kapsamından çıkarmaz
Enformasyonun doğruluğundan söz etmek gerekmez. Doğru ya da yanlış olabilir. Başka deyişle, içeriğin yanlış olması, o içeriği enformasyon kavramı kapsamından çıkarmaz. Şöyle bir deney yapılabilir: Seçmeyi isteyeceğiniz herhangi bir anda, kulağınıza çalınıveren küçücük bir ses bile, enformasyon içeren bir metindir. Tanımadığınız bir yere gittiğinizde duyduğunuz kuş sesi, çevrede kuşların yaşadığına dair size bilgi verir. Bunun doğruluğundan emin olamasanız da, bir uyaranı algılamış; deneyiminiz ve donanımınız doğrultusunda değerlendirmişsinizdir. Oysa o kuş sesinin, gerçekten bir kuşun sesi olduğundan emin olamazsınız. Bir ses kaydı olabilir, bir okuyucu cihazdan çıkmış olabilir. Bu durumda, ‘çevrede ses okuyucusu bir cihaz veya bir kuş var’ dersek; gerçeğe yaklaşmış olabiliriz. Konu hakkındaki bilgimizi, örneğin görsel bir algıyla da pekiştirebilirsek; gerçeğe daha da yakınlaşmak mümkündür.
Burada bir parantez açıp, çevremizde sürekli deneyimlediğimiz bazı örnekleri de hatırlatmak istiyorum. Bir tanıdığımızın canımızı çok sıkan bir tutumuyla karşılaştığımızda, bu tutumu kolayca kendimize yönelik hasmane bir tavır olarak değerlendirebiliriz. Oysa bunun hasmane bir tavır olduğundan; o tavrı belirleyen çok sayıda değişkeni bilmeden, emin olmamıza imkan yoktur.
Örneklerden
yola çıkarak şöyle bir sonuca gidebiliriz: bir olgu hakkındaki enformasyon,
tek başına o olguyla ilgili gerçeğin yansısı olamaz. Bunun yanında enformasyon
içeren metnin içeriği zenginleşip, hacmi genişledikçe; gerçeğin yansısının
(metin) gerçeğe o ölçüde yakınlaşacağını düşünebiliriz.
Gerçeğe yaklaşmak
“Gerçeğe yakınlaşmak kaygısı da nereden çıktı!?!” diye sorulabilir. Kavramı, enformasyonun sistem olarak, bir öğrenme sürecini anlattığı ve insanın bilmesini amaçladığını varsaydığım için, gerçeklikle ilişkilendiriyorum.
Şu aşamada, bilmek ve öğrenmekle ilgili çok farklı mecralara seyretmek de mümkün. Bunu erteliyorum. Zaman önemli. Çünkü iletişim süreci, zaman kavramıyla da son derece yakın ve insanı acz içinde bırakan benzersiz bir ilişki içindedir. Tam da insanı aciz kılan bu nedenledir ki, büyük iletişim kuruluşlarının birinci önceliği hızdır. Hız, kimi zaman doğruluktan önce gelir.
2.
Manipülasyon
kavramı; kaynağında elde edilen enformasyona belirli bir amaca yönelik biçim
vermeyi; kendi haline kalsa başka türlü gelişeceği, etki edeceği halde; onu o
amaç doğrultusunda yeniden biçimlendirmeyi anlatır.
Manipülasyonu yapan, iletendir. İleten (manipülatör), ileti ve iletilen arasındaki özgün ilişkiyi istediği gibi biçimlendirmek amacıyla iletiyi, saf halinden farklı olacak şekilde, yeniden yapılandırır.
Manipülasyonu yapan, iletendir. İleten (manipülatör), ileti ve iletilen arasındaki özgün ilişkiyi istediği gibi biçimlendirmek amacıyla iletiyi, saf halinden farklı olacak şekilde, yeniden yapılandırır.
Eğer anlatmak istediklerimizi sadece sözcükler ve işaret ettikleri anlamlarla anlatıyor olsaydık, manipülasyon muhtemelen bu kadar kolay olmayacaktı veya hiç mümkün olmayacaktı
Şunu vurgulamakta yarar var: manipülasyon, doğrudan yalan söylemek anlamına gelmez. Hatta çoğu zaman aynı içeriği, birbirine çok yakın ifadelerle; birbirinden farklı formlarda sunmaktır. Diyelim, metni oluştururken kullanılan sözcüklere ve bunların sıralamasına hiç dokunmadan; sadece ortadaki bir paragrafı sona almak bile; o metnin içeriğini değiştirmediği halde; okuyanın zihninde canlanacak kanaati yüksek isabetle belirleyebilir. Gazetecilikte artık kural olarak bilinen bu örneği biraz açalım: iki tarafın bulunduğu bir tartışmayla ilgili bir haberde, gazeteci hangi tarafa yakın duruyorsa; onun görüşünü sona saklar. Karşılıklı savların içeriğine dokunmadan; hiçbir sözcüğü değiştirmeden; hiçbir ifadeyi tırnak içine almadan; kısaca hiçbir başka tuzağa başvurmadan, sadece bu uygulamasıyla; okuyucunun kompozisyon okuma alışkanlıkları ve hafıza alışkanlıkları üzerinden kendisinin desteklediği sava taraftar kazandırmayı amaçlar. Giriş, gelişme, sonuç şablonunu öğrenmemiş olanımız var mıdır? Öyleyse son paragraf, elde edilen sonucu anlatan paragraftır. Gazeteci böylelikle, eşik bekçisi kimliğini kullanır ve konuyla ilgili nihai yargısını asla kendi ağzından ifade etmeden, vurgulamış olur.
Okuyucu/izleyici
çoğu zaman buna benzer tuzakların farkına varmaz. Farkına varabilmesi için;
insanın algılama alışkanlıkları, insan algısının fizyolojik sınırları,
psikoloji, sosyoloji, kamuoyu ve iletişim teknolojileri gibi birbirinden çok
farklı bir sürü alanda bilgi sahibi olması gerekir.
Tanımı özetlemeye çalışalım: manipülasyon; iletinin (metnin) yaratacağı etkiyi istenen doğrultuda biçimlendirmeyi amaçlayan, bir tür “düzeltme” işlemidir. Yine yakın çevremizde sürekli karşılaştığımız bazı örneklere atıf yapabiliriz. “Ona bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum!” ifadesi, ‘anlatmak istediğimi, karşımdakini kırmadan, ya da kızdırmadan nasıl anlatabilirim?’in karşılığıdır. Genellikle zor görünür. Çünkü evirip çevirip sonunda uygun bir forma büründüreceğim metnimin; doğrudan yalan söylemek anlamına gelmese de; doğru söylemek anlamına da gelmediğini, içten içe bilirim. “Aslında bu söylediğim şey, kesinlikle seni kıracak bir şey ama; lütfen kırılma!”
Herkes açısından acıklı bir durum…
İstatistik
bilimi başta olmak üzere; güvenilir olduğu savlanan bazı bilimsel yöntemler,
güncel manipülasyon süreçlerinde başrolü oynar. Rakamlar ikna edicidir. Çünkü
rakam, somut bir varlığı, doğrudan zihnimizde canlandırabileceğimiz varlıkları
refere eder. Büyüklük, küçüklük, çokluk, azlık kavramlarına yapılan kestirme
göndermelerdir rakamlar. Bir de nedense, abartmaya çok müsait verilerdir. İşin
içine hesaplamalar girdiğinde binbir çeşit yol ve yordam vardır. Manipülatör
açısından uygun sonucu verebilen yolu tercih etmek mümkündür. Suç değildir.
Üstelik, araştırma yapmıştır: ayıp da sayılmaz.
Manipülatörün vazgeçilmez argümanı: rakamlar! (http://youarebeingmanipulated.com/manipulating-numbers-part-1/adresinden alınmıştır |
Bir
örnek senaryo tasarlayalım. Örneğin, Çernobil Nükleer Santrali’nde 20 yıl önce
meydana gelen patlamanın, Türkiye’nin kuzey kıyılarında son 20 yılda görülen
kanser vakalarıyla ilgisi olmadığını savlayan bir bakanlık araştırması
düşünelim. Araştırma, savını Türkiye’nin başka bölgelerindeki kanser
istatistikleriyle, kuzey kıyılarımızdaki kanser istatistikleri arasında fark
olmadığı bilgisine dayandırsın. Bu araştırmanın, 20 yıldır neden bugün
yapıldığı (zamanlama); neden sadece kanser vakalarıyla ilgili istatistik
bilgileri içerdiği (kapsam); toprakta, havada, suda neden radyoaktivite
analizleri yapılmadığı (yöntem); farklı bölgelerdeki istatistiklerin neden
bütün bölgelerde kanser riskinin o düzeyde olduğunu gösterdiği sorusunu değil de; kuzey
kıyılarında Çernobil etkisinin olmadığı kanaatini doğurduğu sorularına bir
açıklık getirilmemiş olsun.
Araştırmayı yapanlar, zamanlamayla ilgili, önceki hükümetlerin ilgilenmediği konuyla kendi hükümetleri sırasında ilgilendiklerini söyleyebilir. Çernobil Nükleer Santrali’nde yıllar önce meydana gelen patlamayla ilgili değil de; yurttaşların son derece hassas olduğu kanser olgusuyla ilgili bir araştırma yaparak, kapsamla ilgili yeterince geniş bir çerçeve oluşturduklarını da söyleyebilirler. Yöntemle ilgili olarak da mesela 43 bin kişiyle görüştüklerini; böylesine bir kalabalığa ulaşarak mümkün olan en gerçekçi sonuçları elde ettiklerini savlayabilirler.
Böyle bir örnek karşısında yurttaşların, farklı kaynaklara duyarlı olmak, açıkgöz olmak ve olup bitene çok yönlü bakabilmek dışında yapabileceği çok fazla şey yoktur. Zamanlama açısından, uydurduğumuz örneği hatırlayalım; mesela Sinop’ta yapılması planlanan nükleer santral ile ilgili, kamuoyunun bilgisi dışında sürdürülen pazarlıklara denk geldiyse, bu araştırmayı başka türlü okumak mümkündür.
Ya da patlamaya 5000 km. mesafedeki ülkelerde, kanserle ilgili tüyler ürpertici sonuçlar ortaya çıkmışken; 3000 km. mesafedeki Türkiye’de nasıl olup da kansere ilişkin hiçbir olumsuz etki oluşmadığı sorusu sorulabilir. Böyle bir bakışla yaklaşan yurttaş, nükleer santrallerle ilgili olumsuz bir deneyimin etkilerinin, tarihten silinmeye çalışıldığını düşünebilir. Çünkü bir devlet araştırması, o konuyla ilgili nihai bir sonuç referansıdır. Bugün olduğu gibi; yıllar sonra, diyelim ki Sinop’ta inşa edilecek nükleer santralle ilgili araştırırken de başvurulacak en güvenilir kaynaktır. Yani, öyle olmalıdır.
Bu
metni örneklerle doldurmayı istemiyordum, ama manipülasyonun sayısız yöntemi
arasında nelerin olabileceğine dair fikir vermek amacıyla bir küçük örnekten de
söz edeceğim: sözcükler.
Sözcükler, metin içinde nerede kullanıldıklarından; dilbilgisi bağlamında hangi formda kullanıldıklarına kadar değişen sayısız durum ve kombinasyon çerçevesinde, farklı anlamlar kazanabilir. Mesela, çok yaygın ve en eski tekniklerden biri şudur: Büyük Britanya’da bir zamanlar aktif olan ayrılıkçı unsurlar, terörist idiler ve hep insan öldürürlerdi. Oysa bu ayrılıkçı teröristler hep “ölü olarak ele geçirilir” idi. Yani güvenlik güçleri insan öldürmezdi. Bu örnekte sözcüğün edilgen hali, özneyi ve özneyle yüklem arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi ustalıkla gizler. Okuyucu/izleyici, özneyi ve yüklemle olan ilişkisini algılayacak zaman bulamadan metin biter. Bu konuda son birkaç onyıldır gelişen söylem çözümlemesi teknikleri, manipülasyona maruz kalan kalabalıklar için elverişli yöntemler sağlayabilecektir. Ancak, bu yöntemlerin alenileşmesi ve pratikleşip, yaygın olarak kullanılabilmesi, yakın zamanda mümkün görünmüyor.
Sözcükler, metin içinde nerede kullanıldıklarından; dilbilgisi bağlamında hangi formda kullanıldıklarına kadar değişen sayısız durum ve kombinasyon çerçevesinde, farklı anlamlar kazanabilir. Mesela, çok yaygın ve en eski tekniklerden biri şudur: Büyük Britanya’da bir zamanlar aktif olan ayrılıkçı unsurlar, terörist idiler ve hep insan öldürürlerdi. Oysa bu ayrılıkçı teröristler hep “ölü olarak ele geçirilir” idi. Yani güvenlik güçleri insan öldürmezdi. Bu örnekte sözcüğün edilgen hali, özneyi ve özneyle yüklem arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi ustalıkla gizler. Okuyucu/izleyici, özneyi ve yüklemle olan ilişkisini algılayacak zaman bulamadan metin biter. Bu konuda son birkaç onyıldır gelişen söylem çözümlemesi teknikleri, manipülasyona maruz kalan kalabalıklar için elverişli yöntemler sağlayabilecektir. Ancak, bu yöntemlerin alenileşmesi ve pratikleşip, yaygın olarak kullanılabilmesi, yakın zamanda mümkün görünmüyor.
3.
İnsanlar
gündelik yaşamdan, ulusal siyaset ve uluslararası ilişkilere kadar bütün
süreçlerde yoğun bilgi aktarımına ve bu aktarım sürecinde artık kaçınılmaz hale
gelen manipülasyon yağmuruna maruz kalıyor. Enformasyonu toplamak ve yaymak,
gelişmiş teknolojik altyapıyı ve işin sürekliliği için muazzam tutarlarda
sermayeyi gerektirdiğinden, herkesin yapabileceği bir iş olmaktan uzaktır.
Dolayısıyla, manipülasyon imkanları olanlarla, olmayanlar arasında bu anlamda bir rekabet imkanı yoktur.
Yayın kuruluşu sahiplerinin, kamuoyu karşısında inisiyatif sahibi unsurlar olduğu söylenebilir. Bazı toplumlarda yayın kuruluşu sahipleri, siyasi parti liderlerinden daha güçlü pozisyondadır ve aynı nedenle bazılarındaysa, bunlar aynı kimselerdir.
Dolayısıyla, manipülasyon imkanları olanlarla, olmayanlar arasında bu anlamda bir rekabet imkanı yoktur.
(http://digibytes4u.com/?p=314 adresinden alınmıştır) |
Yayın kuruluşu sahiplerinin, kamuoyu karşısında inisiyatif sahibi unsurlar olduğu söylenebilir. Bazı toplumlarda yayın kuruluşu sahipleri, siyasi parti liderlerinden daha güçlü pozisyondadır ve aynı nedenle bazılarındaysa, bunlar aynı kimselerdir.
İtalya'nın en büyük medya patronu, İtalya'ya başbakan oldu. |
Açıkçası, bu bana çok garip geliyor ve sistemin zayıf tarafında duranların interneti kullanmayı henüz akıl edemediklerine inanıyorum.
Sonuç olarak enformasyonun manipülasyonu, hedef kitleyi oluşturan bireyler karşısında, günümüz dünyasının kaçınılmaz bir gerçeği olarak duruyor. Neler yapılabileceği sorusunun farklı yanıtları olabilir. Örgütlenmek, eğitim, medya okuryazarlığını geliştirmek ve yaygınlaştırmak, denetim mekanizmaları geliştirmek ve başka yöntemler, bunlar arasında sayılabilir. Üzerinde durmak istediğim başka bir yöntem daha var; ezelde gerçekleşmiş olması gereken bir süreci tekrar etmeye çalışmak. Şimdi bunu biraz açmaya çalışacağım.
4.
Bir
ileti, ne kadar gerçeklikten kaynaklanıyor olsa ve derleme-aktarma sürecinde o
gerçekliğe ne kadar sadık kalınsa da; o gerçekliğin ancak bir yansıması
olabilir. Bu anlamda bütün bilgilerimiz, gerçekliğe ilişkin değerlendirme
yapabilmemizi sağlayan yansımalardır, referanslardır. Gerçekliğe yakın
yansımalar yaratabilmemizi sağlayan köşe taşlarıdır.
Bu yolculukta, ne kadar çok referansımız varsa, yolumuzu bulmanın o kadar kolay olacağını düşünebiliriz. Tabi, önümüze yağan enformasyon karşısında; neye, ne kadar güvenebileceğimiz de hayati bir sorudur. Tam bu noktada, güvenmekle ilgili ayrıcalıklı ve özellikli bir kavramımız olup, olmadığıyla ilgili denemek istiyorum. Mutlak güvenilir bir referans edinmek mümkün müdür?
Bu soruya olumlu yanıt verebilen anlayışlar olduğunu biliyoruz.
Daha güzel bir dünya için
Bu yolculukta, ne kadar çok referansımız varsa, yolumuzu bulmanın o kadar kolay olacağını düşünebiliriz. Tabi, önümüze yağan enformasyon karşısında; neye, ne kadar güvenebileceğimiz de hayati bir sorudur. Tam bu noktada, güvenmekle ilgili ayrıcalıklı ve özellikli bir kavramımız olup, olmadığıyla ilgili denemek istiyorum. Mutlak güvenilir bir referans edinmek mümkün müdür?
Bu soruya olumlu yanıt verebilen anlayışlar olduğunu biliyoruz.
Daha güzel bir dünya için
İnsan
için daha güzel bir dünya yaratılması düşüyle gerçeklik arasında yakın bir
ilişki olduğuna inanıyorum. Gerçeği nasıl algıladığımız ve gerçeklikten elde
ettiğimiz deneyim ve bilgiyi nasıl biçimlendirip kullandığımız önemlidir. Bu
bağlamda, ‘insanın özünün iyi olduğuna inananlar’ın da bilginin manipülasyonu
üzerinde durmasında fayda olduğunu düşünebiliriz. Çünkü ‘iyi insan’a inananlar,
gerçeğin nerede başladığına dair geleneksel bir bilgiye dayanarak yola çıkar. O
da bireyin iç dünyasıdır. Orada bir şey, ne ise odur. Orada bulduklarımız saf
bilgidir. Kendimizden başka uyarana ihtiyaç duymadan gerçekliğinden emin
olabileceğimiz referans noktası oradadır. Farkındalığın başladığı yer, yani ilk
bilgi, varlık ve varoluş ise; o varoluşa, yani kendimize tutunarak, bir sonraki
basamağa adım atma imkânımız vardır. Öğrenme sürecinde minnete ve güvene
ihtiyaç duyulmadığı biricik evre, iç dünyamızdaki o özgür ve eşsiz referansın
oluşma evresidir. Mesele, o referansı, kendi vicdanımız karşısında acımasızca
mücadele edip, günışığına çıkarmaktır. Tutunacağımız bu referans, bitimsiz bir
süreçle şekillendireceğimiz özümüzdür ve yakın çevremizde ve dünyada olup
biteni anlamlandırma maceramızda, bize rehberlik edebilir.
İnsanın sözünü ettiğim o ilk referansı kendi başına açığa çıkarabileceği düşüncesi, kendi özüne bakmayı kendiliğinden akıl edebileceği varsayımına dayanır. Yunan düşünür Platon’un mağara alegorisi bu öncülü tartışmaya açmıştır. Hatırlamak için özetleyeyim:
Bir mağarada zincirlenmiş iki kişi, bağlı bulundukları duvarda, biraz yüksekte bulunan küçük pencereden, karşılarındaki duvara vuran ışık ve zaman zaman duvarda oluşan gölgeler dışında hiçbir şey görmemektedir. Bulundukları mağaranın dışına hiç çıkmamış ve farklı hiçbir şey görmemişlerdir. Tutsak olduklarını da bilmezler. Bir gün tutsaklardan biri, rastlantı eseri zincirlerinden kurtulur ve pencereden dışarı bakar. Artık farklı bir gerçeklik boyutu olduğunun farkındadır ve arkadaşına gördüklerini anlatmayı dener. Ancak kabul görmez ve ikna edemez.
Sokrates |
Bu çelişki, başka başlıklar altında tartışılagelen diğer soruları da akla getirebilir. Benim durduğum yerde; o soru şudur:
Eğer insanın özünde yatan böyle bir cevher yok idiyse; her şey nasıl başladı? Eğer kendi kendine yardım edemediyse, o uyanışı gerçekleştiren ilk insanın elinden kim tuttu?
Kullandığınız iletişim şeması bana aittir. Aslı http://www.ak-kurt.com/bseib.html adresinde yayınlanmıştır. Maalesef Ercan Tekin yazımı çalıp kendi imzası ile yayınlamış. D.Akkurt
YanıtlaSil