15 Temmuz 2012 Pazar

Bilginin manipülasyonu

Enformasyonu toplamak ve yaymak, gelişmiş teknolojik altyapıyı ve işin sürekliliği için muazzam tutarlarda sermayeyi gerektirdiğinden, herkesin yapabileceği bir iş olmaktan uzaktır. Dolayısıyla, manipülasyon imkanları olanlarla, olmayanlar arasında bu anlamda bir rekabet imkanı yok.Enformasyonun manipülasyonu, hedef kitleyi oluşturan bireyler karşısında, günümüz dünyasının kaçınılmaz bir gerçeği olarak duruyor. Neler yapılabileceği sorusuna verilen farklı yanıtlar var. Örgütlenmek, eğitim, medya okuryazarlığını geliştirmek ve yaygınlaştırmak, denetim mekanizmaları geliştirmek ve başka yöntemler, bunlar arasında sayılabilir...

Konuyu sınırlandırmakta zorluk çektim, çünkü bilgi ve bilginin ileti formunda yeniden üretilmesi ve sonrasında dağıtılması sürecine ilişkin temel kavramlardan sadece ikisi üzerinde, üstünkörü bir sohbet için bile saatler gerekebilir. Tercihimi, kavramlar üzerinde kısaca ve basitçe durup; temel bir iki kavramdan yola çıkarak, insan düşüncesi açısından pratik ve kestirme kapılar açmayı denemek doğrultusunda kullandım. Kendimce bir patika oluşturup, aklımın akışına izin vermeyi denedim. 

Temel kavramların Türkçe’deki durumu çok açık ve belirgin değil. Manipülasyon ve başlıkta bilgi sözüyle karşıladığım enformasyon kavramlarına; iletişim olgusunun kilit kavramları olmalarına rağmen, uygun Türkçe karşılık henüz bulunabilmiş değil.

1.
Enformasyon sözcüğü ilk kullanıldığı dönemde, insan aklına yeni bir biçim verme potansiyeli olan bilgi anlamına geliyordu. İnsanın aklını geliştirecek; eskiden olduğu halden farklı bir hale sokacak her türlü bilgi; enformasyon demekti. Bugün bu tanım, karmaşıklaşmış iletişim ilişkileri ve gelişen teknolojinin bilgiyi toplamak, kullanmak ve dağıtmak konusunda ulaştığı noktada yetersiz kalıyor.

Gönlümden, kavramın bu eski tanımı hala geçerli olabilseydi diye geçiriyorum. Bu konu üzerinde durmayı istememin nedeni, biraz da budur.

Her şey metindir
Bugün enformasyon, genel ifadesiyle; insanın oluşturduğu öğrenme sürecine ilişkin bir sistem; kendisine benzer sayısız parçanın oluşturduğu bir bütündür. Sistem metinlerle (ileti) işlerlik kazanır. Metinler enformasyonu kaynağından alıp yaymak amacıyla geliştirilmiş ortamlarla (medya) taşınır. Metin (ileti), enformasyonun somutlaşmış halidir. Dolayısıyla şunu söylemek de mümkündür: algılanabilirliği olan; hal, düşünce, sav vb şeyler hakkında enformasyon içerebilen her şey birer metindir. 

İletişim sürecinin basit şeması (http://www.ak-kurt.com/bseib.html adresinden; Dursun Akkurt'un Temmuz 2001 tarihli yazısından alınmışltır)

Buradan yola çıkarak, somutlaşmış metnin iletildiği ortam da, kendine göre bir metindir. Her şey metindir. Metin kavramını, bağlamımız doğrultusunda, yazılı doküman anlamındaki ‘text’ ifadesinin karşılığı olarak değil; ileti, yani algılayabildiğimiz her şey anlamında kullanıyorum. Giydiğimiz elbise, otomobilimizin rengi, oturuşumuz, yüz ifademiz; hepsi birer metindir.

Enformasyonun doğruluğundan söz etmek gerekmez. Doğru ya da yanlış olabilir. Başka deyişle, içeriğin yanlış olması, o içeriği enformasyon kavramı kapsamından çıkarmaz

Enformasyonun doğruluğundan söz etmek gerekmez. Doğru ya da yanlış olabilir. Başka deyişle, içeriğin yanlış olması, o içeriği enformasyon kavramı kapsamından çıkarmaz. Şöyle bir deney yapılabilir: Seçmeyi isteyeceğiniz herhangi bir anda, kulağınıza çalınıveren küçücük bir ses bile, enformasyon içeren bir metindir. Tanımadığınız bir yere gittiğinizde duyduğunuz kuş sesi, çevrede kuşların yaşadığına dair size bilgi verir. Bunun doğruluğundan emin olamasanız da, bir uyaranı algılamış; deneyiminiz ve donanımınız doğrultusunda değerlendirmişsinizdir. Oysa o kuş sesinin, gerçekten bir kuşun sesi olduğundan emin olamazsınız. Bir ses kaydı olabilir, bir okuyucu cihazdan çıkmış olabilir. Bu durumda, ‘çevrede ses okuyucusu bir cihaz veya bir kuş var’ dersek; gerçeğe yaklaşmış olabiliriz. Konu hakkındaki bilgimizi, örneğin görsel bir algıyla da pekiştirebilirsek; gerçeğe daha da yakınlaşmak mümkündür.

Burada bir parantez açıp, çevremizde sürekli deneyimlediğimiz bazı örnekleri de hatırlatmak istiyorum. Bir tanıdığımızın canımızı çok sıkan bir tutumuyla karşılaştığımızda, bu tutumu kolayca kendimize yönelik hasmane bir tavır olarak değerlendirebiliriz. Oysa bunun hasmane bir tavır olduğundan; o tavrı belirleyen çok sayıda değişkeni bilmeden, emin olmamıza imkan yoktur.
Örneklerden yola çıkarak şöyle bir sonuca gidebiliriz: bir olgu hakkındaki enformasyon, tek başına o olguyla ilgili gerçeğin yansısı olamaz. Bunun yanında enformasyon içeren metnin içeriği zenginleşip, hacmi genişledikçe; gerçeğin yansısının (metin) gerçeğe o ölçüde yakınlaşacağını düşünebiliriz.

Gerçeğe yaklaşmak
“Gerçeğe yakınlaşmak kaygısı da nereden çıktı!?!” diye sorulabilir. Kavramı, enformasyonun sistem olarak, bir öğrenme sürecini anlattığı ve insanın bilmesini amaçladığını varsaydığım için, gerçeklikle ilişkilendiriyorum.

Gerçeğe yakınlık meselesini fiziki yakınlık gibi de düşünmek mümkün. "Gömme Gazeteci" kavramı bu anlayışla 1. Körfez Savaşı'nda ABD Ordusu tarafından geliştirildi. Türk Medyası nedense "Embedded Journalist" sözünü ısrarla 'iliştirilmiş gazeteci' diye çevirme eğiliminde oldu! (http://senses.thirdi.com/tags/embedded-journalism/ adresinden alınmıştır)

Şu aşamada, bilmek ve öğrenmekle ilgili çok farklı mecralara seyretmek de mümkün. Bunu erteliyorum. Zaman önemli. Çünkü iletişim süreci, zaman kavramıyla da son derece yakın ve insanı acz içinde bırakan benzersiz bir ilişki içindedir. Tam da insanı aciz kılan bu nedenledir ki, büyük iletişim kuruluşlarının birinci önceliği hızdır. Hız, kimi zaman doğruluktan önce gelir.

2.
Manipülasyon kavramı; kaynağında elde edilen enformasyona belirli bir amaca yönelik biçim vermeyi; kendi haline kalsa başka türlü gelişeceği, etki edeceği halde; onu o amaç doğrultusunda yeniden biçimlendirmeyi anlatır. 

Manipülasyonu yapan, iletendir. İleten (manipülatör), ileti ve iletilen arasındaki özgün ilişkiyi istediği gibi biçimlendirmek amacıyla iletiyi, saf halinden farklı olacak şekilde, yeniden yapılandırır.

Eğer anlatmak istediklerimizi sadece sözcükler ve işaret ettikleri anlamlarla anlatıyor olsaydık, manipülasyon muhtemelen bu kadar kolay olmayacaktı veya hiç mümkün olmayacaktı

Şunu vurgulamakta yarar var: manipülasyon, doğrudan yalan söylemek anlamına gelmez. Hatta çoğu zaman aynı içeriği, birbirine çok yakın ifadelerle; birbirinden farklı formlarda sunmaktır. Diyelim, metni oluştururken kullanılan sözcüklere ve bunların sıralamasına hiç dokunmadan; sadece ortadaki bir paragrafı sona almak bile; o metnin içeriğini değiştirmediği halde; okuyanın zihninde canlanacak kanaati yüksek isabetle belirleyebilir. Gazetecilikte artık kural olarak bilinen bu örneği biraz açalım: iki tarafın bulunduğu bir tartışmayla ilgili bir haberde, gazeteci hangi tarafa yakın duruyorsa; onun görüşünü sona saklar. Karşılıklı savların içeriğine dokunmadan; hiçbir sözcüğü değiştirmeden; hiçbir ifadeyi tırnak içine almadan; kısaca hiçbir başka tuzağa başvurmadan, sadece bu uygulamasıyla; okuyucunun kompozisyon okuma alışkanlıkları ve hafıza alışkanlıkları üzerinden kendisinin desteklediği sava taraftar kazandırmayı amaçlar. Giriş, gelişme, sonuç şablonunu öğrenmemiş olanımız var mıdır? Öyleyse son paragraf, elde edilen sonucu anlatan paragraftır. Gazeteci böylelikle, eşik bekçisi kimliğini kullanır ve konuyla ilgili nihai yargısını asla kendi ağzından ifade etmeden, vurgulamış olur.
Okuyucu/izleyici çoğu zaman buna benzer tuzakların farkına varmaz. Farkına varabilmesi için; insanın algılama alışkanlıkları, insan algısının fizyolojik sınırları, psikoloji, sosyoloji, kamuoyu ve iletişim teknolojileri gibi birbirinden çok farklı bir sürü alanda bilgi sahibi olması gerekir.

Tanımı özetlemeye çalışalım: manipülasyon; iletinin (metnin) yaratacağı etkiyi istenen doğrultuda biçimlendirmeyi amaçlayan, bir tür “düzeltme” işlemidir. Yine yakın çevremizde sürekli karşılaştığımız bazı örneklere atıf yapabiliriz. “Ona bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum!” ifadesi, ‘anlatmak istediğimi, karşımdakini kırmadan, ya da kızdırmadan nasıl anlatabilirim?’in karşılığıdır. Genellikle zor görünür. Çünkü evirip çevirip sonunda uygun bir forma büründüreceğim metnimin; doğrudan yalan söylemek anlamına gelmese de; doğru söylemek anlamına da gelmediğini, içten içe bilirim. “Aslında bu söylediğim şey, kesinlikle seni kıracak bir şey ama; lütfen kırılma!” 

Herkes açısından acıklı bir durum… 

İstatistik bilimi başta olmak üzere; güvenilir olduğu savlanan bazı bilimsel yöntemler, güncel manipülasyon süreçlerinde başrolü oynar. Rakamlar ikna edicidir. Çünkü rakam, somut bir varlığı, doğrudan zihnimizde canlandırabileceğimiz varlıkları refere eder. Büyüklük, küçüklük, çokluk, azlık kavramlarına yapılan kestirme göndermelerdir rakamlar. Bir de nedense, abartmaya çok müsait verilerdir. İşin içine hesaplamalar girdiğinde binbir çeşit yol ve yordam vardır. Manipülatör açısından uygun sonucu verebilen yolu tercih etmek mümkündür. Suç değildir. Üstelik, araştırma yapmıştır: ayıp da sayılmaz.

Manipülatörün vazgeçilmez argümanı: rakamlar! (http://youarebeingmanipulated.com/manipulating-numbers-part-1/adresinden alınmıştır
Bir örnek senaryo tasarlayalım. Örneğin, Çernobil Nükleer Santrali’nde 20 yıl önce meydana gelen patlamanın, Türkiye’nin kuzey kıyılarında son 20 yılda görülen kanser vakalarıyla ilgisi olmadığını savlayan bir bakanlık araştırması düşünelim. Araştırma, savını Türkiye’nin başka bölgelerindeki kanser istatistikleriyle, kuzey kıyılarımızdaki kanser istatistikleri arasında fark olmadığı bilgisine dayandırsın. Bu araştırmanın, 20 yıldır neden bugün yapıldığı (zamanlama); neden sadece kanser vakalarıyla ilgili istatistik bilgileri içerdiği (kapsam); toprakta, havada, suda neden radyoaktivite analizleri yapılmadığı (yöntem); farklı bölgelerdeki istatistiklerin neden bütün bölgelerde kanser riskinin o düzeyde olduğunu gösterdiği sorusunu değil de; kuzey kıyılarında Çernobil etkisinin olmadığı kanaatini doğurduğu sorularına bir açıklık getirilmemiş olsun.

Araştırmayı yapanlar, zamanlamayla ilgili, önceki hükümetlerin ilgilenmediği konuyla kendi hükümetleri sırasında ilgilendiklerini söyleyebilir. Çernobil Nükleer Santrali’nde yıllar önce meydana gelen patlamayla ilgili değil de; yurttaşların son derece hassas olduğu kanser olgusuyla ilgili bir araştırma yaparak, kapsamla ilgili yeterince geniş bir çerçeve oluşturduklarını da söyleyebilirler. Yöntemle ilgili olarak da mesela 43 bin kişiyle görüştüklerini; böylesine bir kalabalığa ulaşarak mümkün olan en gerçekçi sonuçları elde ettiklerini savlayabilirler.

Böyle bir örnek karşısında yurttaşların, farklı kaynaklara duyarlı olmak, açıkgöz olmak ve olup bitene çok yönlü bakabilmek dışında yapabileceği çok fazla şey yoktur. Zamanlama açısından, uydurduğumuz örneği hatırlayalım; mesela Sinop’ta yapılması planlanan nükleer santral ile ilgili, kamuoyunun bilgisi dışında sürdürülen pazarlıklara denk geldiyse, bu araştırmayı başka türlü okumak mümkündür. 

Ya da patlamaya 5000 km. mesafedeki ülkelerde, kanserle ilgili tüyler ürpertici sonuçlar ortaya çıkmışken; 3000 km. mesafedeki Türkiye’de nasıl olup da kansere ilişkin hiçbir olumsuz etki oluşmadığı sorusu sorulabilir. Böyle bir bakışla yaklaşan yurttaş, nükleer santrallerle ilgili olumsuz bir deneyimin etkilerinin, tarihten silinmeye çalışıldığını düşünebilir. Çünkü bir devlet araştırması, o konuyla ilgili nihai bir sonuç referansıdır. Bugün olduğu gibi; yıllar sonra, diyelim ki Sinop’ta inşa edilecek nükleer santralle ilgili araştırırken de başvurulacak en güvenilir kaynaktır. Yani, öyle olmalıdır. 

Bu metni örneklerle doldurmayı istemiyordum, ama manipülasyonun sayısız yöntemi arasında nelerin olabileceğine dair fikir vermek amacıyla bir küçük örnekten de söz edeceğim: sözcükler. 

Sözcükler, metin içinde nerede kullanıldıklarından; dilbilgisi bağlamında hangi formda kullanıldıklarına kadar değişen sayısız durum ve kombinasyon çerçevesinde, farklı anlamlar kazanabilir. Mesela, çok yaygın ve en eski tekniklerden biri şudur: Büyük Britanya’da bir zamanlar aktif olan ayrılıkçı unsurlar, terörist idiler ve hep insan öldürürlerdi. Oysa bu ayrılıkçı teröristler hep “ölü olarak ele geçirilir” idi. Yani güvenlik güçleri insan öldürmezdi. Bu örnekte sözcüğün edilgen hali, özneyi ve özneyle yüklem arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi ustalıkla gizler. Okuyucu/izleyici, özneyi ve yüklemle olan ilişkisini algılayacak zaman bulamadan metin biter. Bu konuda son birkaç onyıldır gelişen söylem çözümlemesi teknikleri, manipülasyona maruz kalan kalabalıklar için elverişli yöntemler sağlayabilecektir. Ancak, bu yöntemlerin alenileşmesi ve pratikleşip, yaygın olarak kullanılabilmesi, yakın zamanda mümkün görünmüyor.

3.
İnsanlar gündelik yaşamdan, ulusal siyaset ve uluslararası ilişkilere kadar bütün süreçlerde yoğun bilgi aktarımına ve bu aktarım sürecinde artık kaçınılmaz hale gelen manipülasyon yağmuruna maruz kalıyor. Enformasyonu toplamak ve yaymak, gelişmiş teknolojik altyapıyı ve işin sürekliliği için muazzam tutarlarda sermayeyi gerektirdiğinden, herkesin yapabileceği bir iş olmaktan uzaktır. 

Dolayısıyla, manipülasyon imkanları olanlarla, olmayanlar arasında bu anlamda bir rekabet imkanı yoktur. 

(http://digibytes4u.com/?p=314 adresinden alınmıştır)
 
Yayın kuruluşu sahiplerinin, kamuoyu karşısında inisiyatif sahibi unsurlar olduğu söylenebilir. Bazı toplumlarda yayın kuruluşu sahipleri, siyasi parti liderlerinden daha güçlü pozisyondadır ve aynı nedenle bazılarındaysa, bunlar aynı kimselerdir.


İtalya'nın en büyük medya patronu, İtalya'ya başbakan oldu.
Öte yandan, manipülasyona karşı kendini korumak isteyen birinin nerede, ne olup bittiğini anlaması; kimin haklı, kimin haksız olduğuna dair nerede duracağını kestirmesi giderek güçleşiyor. Ya da bunlar üzerinde tercihler yaparken aldanıp, yanılabiliyor. Son yıllarda internetin sağladığı ucuz ve uygulanabilir iletişim yöntemlerinin, dengeli bir rekabet ortamı sağlayabileceği düşünülebilir. Ama internetin, kitlesel iletişim aracı olarak değil de bireysel bir kendini ifade etme aracı olarak algılanıp değerlendirilmesi nedeniyle bu henüz mümkün görünmüyor. 

Açıkçası, bu bana çok garip geliyor ve sistemin zayıf tarafında duranların interneti kullanmayı henüz akıl edemediklerine inanıyorum.

Sonuç olarak enformasyonun manipülasyonu, hedef kitleyi oluşturan bireyler karşısında, günümüz dünyasının kaçınılmaz bir gerçeği olarak duruyor. Neler yapılabileceği sorusunun farklı yanıtları olabilir. Örgütlenmek, eğitim, medya okuryazarlığını geliştirmek ve yaygınlaştırmak, denetim mekanizmaları geliştirmek ve başka yöntemler, bunlar arasında sayılabilir. Üzerinde durmak istediğim başka bir yöntem daha var; ezelde gerçekleşmiş olması gereken bir süreci tekrar etmeye çalışmak. Şimdi bunu biraz açmaya çalışacağım.

4.
Bir ileti, ne kadar gerçeklikten kaynaklanıyor olsa ve derleme-aktarma sürecinde o gerçekliğe ne kadar sadık kalınsa da; o gerçekliğin ancak bir yansıması olabilir. Bu anlamda bütün bilgilerimiz, gerçekliğe ilişkin değerlendirme yapabilmemizi sağlayan yansımalardır, referanslardır. Gerçekliğe yakın yansımalar yaratabilmemizi sağlayan köşe taşlarıdır. 

Bu yolculukta, ne kadar çok referansımız varsa, yolumuzu bulmanın o kadar kolay olacağını düşünebiliriz. Tabi, önümüze yağan enformasyon karşısında; neye, ne kadar güvenebileceğimiz de hayati bir sorudur. Tam bu noktada, güvenmekle ilgili ayrıcalıklı ve özellikli bir kavramımız olup, olmadığıyla ilgili denemek istiyorum. Mutlak güvenilir bir referans edinmek mümkün müdür? 

Bu soruya olumlu yanıt verebilen anlayışlar olduğunu biliyoruz. 

Daha güzel bir dünya için
İnsan için daha güzel bir dünya yaratılması düşüyle gerçeklik arasında yakın bir ilişki olduğuna inanıyorum. Gerçeği nasıl algıladığımız ve gerçeklikten elde ettiğimiz deneyim ve bilgiyi nasıl biçimlendirip kullandığımız önemlidir. Bu bağlamda, ‘insanın özünün iyi olduğuna inananlar’ın da bilginin manipülasyonu üzerinde durmasında fayda olduğunu düşünebiliriz. Çünkü ‘iyi insan’a inananlar, gerçeğin nerede başladığına dair geleneksel bir bilgiye dayanarak yola çıkar. O da bireyin iç dünyasıdır. Orada bir şey, ne ise odur. Orada bulduklarımız saf bilgidir. Kendimizden başka uyarana ihtiyaç duymadan gerçekliğinden emin olabileceğimiz referans noktası oradadır. Farkındalığın başladığı yer, yani ilk bilgi, varlık ve varoluş ise; o varoluşa, yani kendimize tutunarak, bir sonraki basamağa adım atma imkânımız vardır. Öğrenme sürecinde minnete ve güvene ihtiyaç duyulmadığı biricik evre, iç dünyamızdaki o özgür ve eşsiz referansın oluşma evresidir. Mesele, o referansı, kendi vicdanımız karşısında acımasızca mücadele edip, günışığına çıkarmaktır. Tutunacağımız bu referans, bitimsiz bir süreçle şekillendireceğimiz özümüzdür ve yakın çevremizde ve dünyada olup biteni anlamlandırma maceramızda, bize rehberlik edebilir.

İnsanın sözünü ettiğim o ilk referansı kendi başına açığa çıkarabileceği düşüncesi, kendi özüne bakmayı kendiliğinden akıl edebileceği varsayımına dayanır. Yunan düşünür Platon’un mağara alegorisi bu öncülü tartışmaya açmıştır. Hatırlamak için özetleyeyim:

Bir mağarada zincirlenmiş iki kişi, bağlı bulundukları duvarda, biraz yüksekte bulunan küçük pencereden, karşılarındaki duvara vuran ışık ve zaman zaman duvarda oluşan gölgeler dışında hiçbir şey görmemektedir. Bulundukları mağaranın dışına hiç çıkmamış ve farklı hiçbir şey görmemişlerdir. Tutsak olduklarını da bilmezler. Bir gün tutsaklardan biri, rastlantı eseri zincirlerinden kurtulur ve pencereden dışarı bakar. Artık farklı bir gerçeklik boyutu olduğunun farkındadır ve arkadaşına gördüklerini anlatmayı dener. Ancak kabul görmez ve ikna edemez.

Sokrates
Platon, bu alegorisinde Sokrates’i anlatmayı amaçlamıştır. Sokrates’i büyük bir saygıyla selamlarken; onun uyanış sürecinin tesadüflere bağlı olduğunu; zincirlerini koparmasını sağlayan tesadüfler gerçekleşmeseydi; sözü edilen uyanışı gerçekleştiremeyeceğini savlar. Yani insanın, kendiliğinden bir uyanış yaşamayı akıl edemeyeceğini; onun uyanışı için uygun anda üst üste gelmesi gereken uyarıcı tesadüflere ihtiyaç olduğunu savunur. “Eğer Sokrates, iyi bir eğitim alma şansına sahip olamasaydı; Sokrates olamayacaktı” demeye getirir. Bu yaklaşım, insan uyanışının ilk adımı olan ve insanın özünde bulunduğu varsayılan o benzersiz cevherin varlığını yadsır.

Bu çelişki, başka başlıklar altında tartışılagelen diğer soruları da akla getirebilir. Benim durduğum yerde; o soru şudur: 

Eğer insanın özünde yatan böyle bir cevher yok idiyse; her şey nasıl başladı? Eğer kendi kendine yardım edemediyse, o uyanışı gerçekleştiren ilk insanın elinden kim tuttu? 

1 yorum:

  1. Kullandığınız iletişim şeması bana aittir. Aslı http://www.ak-kurt.com/bseib.html adresinde yayınlanmıştır. Maalesef Ercan Tekin yazımı çalıp kendi imzası ile yayınlamış. D.Akkurt

    YanıtlaSil